25 Ocak 2012 Çarşamba

Yarımada Planı İBB Meclisi'nden Geçti, ancak İçerik Belirsiz

İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi, tarihi yarımadayı koruyacak nâzım imar planını oybirliğiyle kabul etti, ancak planın ayrıntıları açıklanmıyor. Radikal Gazetesi'nde Ömer Erbil imzasıyla yer alan habere göre, 2005 yılında Belediye Meclisi’nde kabul edilen, daha sonra mahkeme kararıyla iptal edilen plandan farkı ve itirazların göz önüne alınıp alınmadığı bilinmiyor. Mimarlar Odası İstanbul Şubesidaha önce 10 ayrı plan kararı, 30 ayrı plan uygulama hükmüne ayrı ayrı dava açmıştı.İstanbul İdare Mahkemesi de önce yürütmeyi durdurma kararı vermiş, sonra 1 / 5000’lik Koruma Amaçlı Nâzım İmar Planı’nı iptal etmişti. Yeni planın 10 gün içinde askıya çıkması beklenirken, bir ay itiraz süresi tanınacak.

Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu’nca 1995 yılında sit alanı ilan edilen tarihi yarımadanın korunmasına ilişkin hazırlanan nâzım imar planı, 3.11.2011 tarihindeİstanbul Yenileme Alanları Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu’nca onaylandı. İsminin verilmesini istemeyen Koruma Kurulu üyesi, yeni planla ilgili şöyle konuştu: 

“Tescilli binalar korunduğu gibi, yeni tescilli binalar da plana eklendi. Tarihi yapıların etrafında yeni yapılaşmalara izin vermeyecek önlemler alındı. Bu planın en önemli tarafı da ulaşımdır. Lastik tekerlekli araçların tarihi yarımadaya girmesine engel olunuyor. Caydırma amaçlı önlemler alındı. Bu hem bölgenin trafiğini azaltırken lastik tekerlekli araçların tarihi binalara verdiği zararın da önüne geçecek. Mutlaka itirazlar olacaktır. Ancak koruma amaçlı imar planlarının asıl amacı zaten tarihi mimariye sahip yapıları korumaktır. Bu noktadan bakıldığında plansız bir tarihi yarımada’dan ziyade en kötü bile olsa planlı olması çok daha iyidir.” 

Mimarlar Odası: Bilmiyoruz 

Mimarlar Odası, yeni planın da kendilerinden gizlenmiş olmasının endişeleri arttırdığına dikkat çekiyor. Oda Genel Başkanı Eyüp Muhçu şöyle konuştu: “2005 yılında iptal edilen nâzım imar planından daha da kötü olduğuna yönelik duyumlarımız var. Çapa, Cerrahpaşa gibi büyük hastaneler ile okullar ile ilgili yeni kararlar alındığını duyduk.” 

Surların içerisindeki kaçak yapıların yıkılacağı, tarihi yapıların etrafına yapılacak yeni yapıların silueti bozmayacak ve tarihi bina ile yarışmayacak şekilde planlandığı; kayıp, yanmış, yıkılmış, yok olmuş çok sayıda eserin plana işlendiği belirtiliyor. Diğer yandan Belediye Meclisi’nde CHP ve AKP’li üyelerin oybirliğiyle planın çıkması şaşırtıcı. Ancak bu konuda CHP ve AKP’li üyelerin kendi partilerinin ilçe belediyelerindeki imar planları için pazarlık yaptıkları ve bu nedenle imar planlarının çoğunun oybirliği ile çıktığı ileri sürülüyor. 

Planla ilgili soru işaretleri 

* Önceki planda otoparklar için çok sayıda alan ayrılmıştı. Yeni planda kaç otopark iptal edildi? 
* 2005 yılındaki iptal sebepleri arasında 1041 anıt eser, 1869 sivil mimarlık örneğinin tescil edilmediği ve bu nedenle plana işlendiği raporlanmıştı. Yeni planda tescili yapılmayan kaç bina vardır? Tarihi yarımadanın tescil işlemi bitmiş midir? 
* Yenikapı metro transfer hatlarındaki yerlerde yapılacak binalar tarihi çevreye uyumlu yapılacak mıdır? 
* Süleymaniye siluetini etkilediği düşünülen Haliç köprüsü planda nasıl işlenmiştir?


http://www.yapi.com.tr/Haberler/yarimada-plani-ibb-meclisinden-gecti-ancak-icerik-belirsiz_90089.html

Siluet için Önce Maket Sonra İzin



<>
<>
İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Tarihi Yarımada’nın siluetini korumak için alınacak önlemleri belirledi. Büyükşehir Belediyesi İmar Komisyonu Başkanı Sefer Kocabaş, Tarihi Yarımada’da lazerle yapılan ölçümlerle yükseklik sınırının belirlendiğini, ayrıca Tarihi Yarımada’nın bir maketinin çıkarılması ve her bir projenin bu maket üzerinde de değerlendirilmesine karar verildiğini açıkladı.

Radikal Gazetesi'nin haberine göre Kocabaş, ‘‘Tarihi Yarımada’nın ve Tarihi Yarımada’ya etki edecek alanların maketi çıkarılacak. Gökdelen yapıldığında bu maket üzerine oturtulacak. Örneğin siluete etkisi değerlendirildikten sonra imar izni verilecek. Sadece siluet değil, kuşbakışı alana etki edecek yapılar içinde çalışmalar yapıldı’’ dedi. 

Ölçüm noktaları 

Habere göre ölçümler ve yükseklik sınırları, Tarihi Yarımada siluetinin görüldüğü şu noktalardan bakılarak oluşturuldu: 

Beyoğlu-Haliç kıyılarından siluetin görülebildiği alanlar, 
Haliç kıyısından Boğaz kıyılarına kadar olan alanlar, 
Üsküdar-Beylerbeyi ve Üsküdar-Harem arası, 
Bakırköy-Samatya tarafından Anadolu yakasına bakılabilen alanlar. 



Yükseklik sınırları tek tek belirlendi 

Tarihi Yarımada’da silueti bozabilecek alanlar için belirlenen yükseklik sınırları ise şöyle: 

Zeytinburnu: Sahil şeridinde 70 metre, diğer bölgelerde ise 35-55 metre. 
Bakırköy: 60-70 metre. 
Bayrampaşa, Güngören ve Esenler: Arazi yapısına göre 20-90 metre. 
Bahçelievler: 60-120 metre. 
Küçükçekmece: 80-135 metre. 
Eyüp: 20-35 metre. 

İmar Komisyonu tarafından gerçekleştirilen projede 6 üniversite ve çeşitli meslek odaları da yer aldı. İstanbul’da bugüne kadar böyle bir çalışmanın yapılmadığına değinen Sefer Kocabaş, siluetle ilgili böyle bir durumun oluşmasının normal olduğuna değinerek; ‘‘Bugüne kadar böyle bir çalışma düşünülmedi. İşte ancak başına bir şey gelecek ki önlem alabilesiniz. ‘Onaltıdokuz’ binası da bu çalışmaya vesile oldu’’ dedi. 

 

Kriter, uçaklardı 

Siluete etki eden binalarla ilgili ise Kocabaş şunları söyledi: 

‘‘Dönüşüm alanları belirlendiğinde Ataköy-Yedikule arası Turizm Bakanlığı’nca turizm alanı olarak planlanmıştı. Bu alanda yükseklik sınırı 117 metre olarak belirlenmişti. Bu da uçakların iniş-kalkışlarına engel olmayacak sınır olduğu için belirlendi. Eğer yapıların arka planda çıkacağı bilinseydi izin verilmezdi. İstanbul’un planı zamanında yapılsaydı bu görüntüler oluşmazdı.’

http://www.yapi.com.tr/Haberler/siluet-icin%20once-maket-sonra-izin_90468.html

İstanbul'un ''Kayıp'' Kapıları

Haber: yapi.com.tr / AA

Foto: Edirnekapı

Bir zamanlar çevresi surlarla çevrili olan İstanbul'a giriş ve çıkışların yapıldığı yaklaşık 60 kapının bazıları, zaman içinde bulunduğu semte adını verirken, birçoğu da sadece tarihin tozlu sayfalarında kaldı. Bizans ve Osmanlı dönemlerinde İstanbul'u çevreleyen 'Marmara', 'Haliç' ve 'kara' surlarındaki kapılar, sabah saatlerinde açılır, akşam kapatılırdı. Kentte yıllarca hizmet veren tarihi kapıların birçoğu günümüze kadar ayakta kalamazken, bazıları bulunduğu bölgeye verdiği isimle yaşamaya devam ediyor. Adı yaşanan bir olay sonrasında oluşan ve bir dönem yoğun olarak kullanılan, günümüzde ise sadece tarih kitaplarında anılan kapılar, İstanbul'un görülmesi gereken yerlerin de başında geliyor. 
     
Bizans ve Osmanlı döneminde açılan Marmara surları üzerindeki kapılar şöyle:

- Yedikule'de sahil yolu üzerindeki 'Mermerkule Kapısı', 
- Çevresindeki nar ağaçlarından adını alan 'Debbağ Kapı' da denilen 'Narlı Kapı', 
- Bizanslıların 'Porta Psamatia' dedikleri 'Samatya Kapısı', 
- 'Davutpaşa Kapısı', 
- Bizans döneminde 'Blanga veya Vlanga Kapısı', Osmanlı döneminde önce 'Yeni Langa Kapısı' denilen 'Yenikapı', - Piri Reis'in 'Bab-ı Kum' adını verdiği, bir iskeleye ve kumluğa açılan ve günümüzde olduğu gibi 18. yüzyılda da 'şen meyhaneler'in yer aldığı 'Kumkapı', 
- Küçük Ayasofya Kilisesi'ne gidenlerin kullandığı, Osmanlı zamanında adı 'Kadırga Limanı Kapısı' olarak değiştirilen 'Sofia Kapısı', 
- Bizanslıların 'Porta Ferrata' ve 'Porta Marina' dedikleri, Osmanlı dönemindeki adı 'Çatladısu Kapısı' olan 'Çatladıkapı'. Osmanlı zamanında kapının adı 1532 yılında yaşanan depremde burçlarından birinin çatlaması üzerine 'Çatladıkapı' olarak değiştirildi. Kapının önünde Türk cündileri cirit oynar, halk da alanın çevresini hıncahınç doldurup müsabakaları izlermiş. Evliya Çelebi'nin seyahatnamesinde, Çatladıkapı civarında Bizanslılar devrinde 4 köşe bir dev sureti olduğunu, Akdeniz'den düşman gemileri göründüğü zaman bu dev suretinden ateş çıktığını ve düşman gemilerini yaktığını öğreniyoruz. 
- Bizans Sarayı'na açılan 'Bukoleon Sarayı Kapısı', 
- Topkapı Sarayı'nın ahırlarına açılan 'Ahırkapı'. Burada ahırların bulunduğu kaynaklarda yer alsa da kimi İstanbullulara göre bu kapının adı 'ahir (son)' kelimesinden geliyor. 
- 'Balıkhane Kapısı', 
- Sepetçiler Kasrı'nın yanında olduğu var sayılan 'Hasırcılar Kapısı'. Kapının sur penceresinden sarayda boğdurulanların cesetleri denize atılırmış. 
- 'Ayia Maria Hodegetria Kapısı', 
- Adını Bizans döneminin Mangana Sarayı'ndan alan ve artık kapalı bulunan 'Mangana Kapısı', 
- Adını Bizans'ın azizlerinden Ayios Yeoryios'ten alan 'Aya Yorgi Kapısı', 
- Osmanlı döneminde açılan 'Demirkapı', 
- Osmanlı döneminde büyük olasılıkla değirmene açılan 'Değirmen Kapısı', 
- Topkapı Sarayı'nı korumak için yerleştirilen toplardan adını alan 'Top Kapı'. Kapı, Fatih Sultan Mehmet'in yaptırdığı 'Saray-ı Cedid-i Amire' adlı saraya da ''Topkapı Sarayı'' olarak adını verdi.'' 

 
Foto: Bir Edirnekapı gravürü     

Haliç kapıları      
Marmara'dan Haliç'in içine doğru uzanan surlar üzerinde bulunan ve çoğu günümüze ulaşamayan kapıların isimleri de şunlar: 

- (Eugenios Kapısı) ya da 'Kentenarios Kapısı', 

- Osmanlı döneminde açılan 'Uğrakkapı', 
- Fatih Sultan Mehmet'in açtırdığı ve bir zamanlar kıyıdaki yalıya gidilen 'Yalı Köşkü Kapısı', 
- Sirkeci'deki 'Porta Veteris Rectoris' ya da 'Porta Bonu', 
- Türklerin 'Bahçekapısı' veya 'Cıfıt/Cühut Kapısı' da dedikleri 'Tersane Kapısı'. Bu kapı mezbahaların bulunduğu alandaydı ve her gün burada yüzlerce hayvan kesiliyordu. Bahçe Kapısı'nın 1850 yılında yıktırıldığı rivayet edilir. 

- 'Yeni Cami Kapısı', 
- Mısır Çarşısı cümle kapısının tam karşısına düşen 'Balıkpazarı (Perama) Kapısı', 
- Fetih'ten önceki adı 'Porta Saint Jean de Cornibus' olan ve yanında borçlarını veremeyenlerin hapsedildiği bir zindan bulunmasından adını alan 'Zindan Kapısı', 

- Osmanlılardan önce işkence yapılan bölgede bulunan 'Odun Kapısı/Porta Droungarion Viglae', 
- 'Ayazma (Agisma) Kapısı'. Eskiden, altından kentin lağım suları Haliç'e aktığından buradaki iskele de 'Bokluk İskele' olarak adlandırıldı. 
- Bizanslıların 'Porta Platea' dedikleri 'Unkapanı' veya 'Dakik Kapanı' kapısından kente giren her türlü zahirenin içerideki kapan denilen toptancı pazarına taşındığı biliniyor. 
- Osmanlılar zamanında açılan 'Yeni Cami Kapısı', 
- 'Tüfenkhane Kapısı'. Evliya Çelebi, İstanbul'daki 5 baruthaneden birinin burada olduğunu yazmaktadır. 
- 'Cibali Kapısı'. Mısır Sultanı Kladon'un şeyhi olan ve at kılından bir cübbe giydiği için 'Cebe Ali' olarak adlandırılan kişinin, İstanbul'a saldırdığı kapıdır. Fatih Sultan Mehmet, ordusu ile İstanbul surlarını sardığı zaman ekmekçi başı olan ve askerlere ekmek yetiştiren Cebe Ali vefat ettiğinde de kapı civarına gömülür. 

- 'Porta İspigas', 
- 'Aya Kapısı', şehrin fethi sırasında 'Ayadede' namında birinin 300 Nakşibendi ile buradan kaleye hücum ederken şehit düşmesi ve kapının civarına gömülmesi nedeniyle bu adla anılır. 
- 'Profitu Prodorumu Kilisesi Kapısı', 
- Bizans döneminde olmayan, Kanuni Sultan Süleyman'ın açtırdığı 'Ayakapı', 
- Geride kapısı kalmasa da 'Porta Petrion', 'Porta Sidera', 'Pili Petriou' adlarını bırakan 'Petri Kapısı'ndan içeride eski zamanlarda Rum beyzadelerin görkemli konakları bulunuyordu. 
- 'Porta Faros' ve 'Porta Fenari' diye adlandırılan 'Fener Kapısı'. Kapının iç ve dış taraflarında Rum evleri, patrikhanenin ve metropolitlerin ikametgahları vardı. 
- 'Diplofaros Kapısı', 
- Bizans döneminden kalan ve 'İmparatorluk Kapısı' da denilen 'Basileos Kapısı', 
- Bizans dönemindeki adı 'Kinegion Kapısı' olan 'Küngoz Kapısı', 
- Rumca saray anlamındaki 'palatiyon' kelimesinin Türkçede 'Balat Kapusu'na dönüşmesinden oluşan 'Balat Kapısı', Blahernai Sarayı'na açılıyordu. 
- Adını II. Beyazıt'ın sadrazamlarından olan ve Yavuz Sultan Selim'in öldürttüğü Atik Mustafa Paşa'dan alan 'Atik Mustafa Paşa Kapısı', Bizans döneminde 'Ayia Anastasia Kapısı' olarak biliniyor. 

- Adını 'Ayvan Saray'dan alan 'Ayvansaray Kapısı'. Osmanlı döneminde Bizans surlarındaki mahzenlere hayvan konulduğu ve bu yüzden semte 'Hayvan Sarayı' denildiği söyleniyor. Osmanlı, buradaki Bizans sarayına kemerli yüksek bina anlamında 'Eyvan' denildiği için 'Eyvan Saray' adı ortaya atılıyor. Kapının Bizans dönemindeki adı 'Kliomenes Kapısı'. 
- 'Dideban Kapısı', Bizans dönemindeki 'Ksiloporta Kapısı'. Haliç surlarının en uç noktasındaki bu kapı bir ara 'Eyyub el-Ensari Kapısı' adıyla da anılıyor. Osmanlı'nın Farsçadan aldığı dideban, nöbetçi karakol, bekçi anlamına geliyor.'' 


http://www.yapi.com.tr/Haberler/istanbulun-kayip-kapilari_90471.html

24 Ocak 2012 Salı

İstanbul restorasyon zengini

İstanbul'un tarihî merkezlerindeki kentsel yenileme ve restorasyon çalışmaları, şehirdeki emlak fiyatlarına tavan yaptırdı. Son altı yılda Beyoğlu çevresinde bulunan binaların fiyatı 20 kat arttı.
İstanbul'da kentsel yenileme ve restorasyon çalışmaları özellikle şehrin tarihi merkezlerindeki emlak değerini neredeyse 20 katına çıkardı. Karaköy, Beyoğlu, Süleymaniye gibi tarihi asırlara uzanan semtlerde kaçak binalar yıkılıyor. Tarihi yapılar yenilenerek yeniden hizmete kazandırılıyor. Peki bu çalışmalarla birlikte son yıllarda İstanbul'un değeri ne kadar attı?
Son restorasyon çalışmaları ile Beyoğlu ve çevresinde normalin üzerinde değer artışları yaşandığını söyleyen Beyoğlu Güzelleştirme Derneği Başkanı Nizam Hışım, "Beyoğlu'nda 2004 yılında 2,5 milyon liraya satın alınabilen bir yapı bugün 50 milyon liraya zor alınabiliyor. Artık İstanbul çok talep edilen bir yer oldu. Yurtdışından çok yatırım var" dedi.
Kimsenin yüzüne bakmadığı semtler uçtu
Kentsel dönüşüm uygulanacak yerlerde yapılaşma ve proje koşullarına uygun yapılaşma sağlandığında yüzde yüzlük bir değer artışının yaşanacağını söyleyen Emlakçılar Odası Başkanı Nizamettin Aşa, "Otel ve turizm yatırımına yönelik gayrimenkul fiyatları çok yükseldi. Özellikle İstiklal Caddesi'nde çok yüksek vadeli alışlar var. Olumlu ilan durumu çıkması halinde fiyatlar İstanbul genelinde yüzde 100- 150 artar. Birkaç yıl öncesine kadar kimse Fikirtepe'nin yüzüne bakmıyordu ama şimdi fiyatlar inanılmaz arttı. Piyasa kendi kendine dönüşüyor. Eskiden gecekondulaşmanın olduğu Esenler, Bağcılar gibi yerler, devletin müdahalesi olmadan, kendi içinde kentsel dönüşüm yaşıyor. İstanbul'da yapılaşma çok iyi değil. Fakat buna rağmen İstanbul'un değerinde artış olacak" dedi.
İstanbul fırsat kapısı
TESEV İyi Yönetişim Programı Sorumlusu ve İstanbul Politikalar Merkezi Danışmanı Fikret Toksöz ise İstanbul'un Türkiye genelindeki konut stokunun yüzde 25'ini oluşturduğunu ve İstanbul'un Türkiye genelinde yüzde 40'lık bir değeri olduğunu söyledi. Toksöz, çöküntü alanlarının varlıklı kesimler tarafından alınarak restore edildiği soylulaştırma projesinin yaşanan değer artışında etkili olduğunu belirtti. Marka değerlendirme kuruluşu Brand Finance Türkiye Direktörü Muhterem İlgüner ise, İstanbul'un marka değerinin artması için kültürel mirasın çok iyi kullanılması gerektiğini söyledi.

http://www.arkitera.com/haber/index/detay/istanbul-restorasyon-zengini/4976

17 Ocak 2012 Salı

Okmeydanı Tarihi SİT Alanı Koruma Planı da Kabul Edildi



Haber: yapi.com.tr
Foto: okmeydanininsesi.blogspot.com

İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi, Beyoğlu ve Şişli ilçelerini kapsayanOkmeydanı Tarihi SİT Alanı Koruma Planı'nı oy çokluğuyla kabul etti.

İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi Ocak ayı 4. birleşiminde gündeme alınan raporda verilen bilgiye göre, 1961 yılında Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu tarafından inşaata müsaade edilmeyecek alan ilan edilen bölge, 1976 yılında SİT alanı olarak belirlenmiş; ayrıca, 1986 ve 1988 yıllarında yeşil alan olarak belirlenen menzil taşlarıyla çevrili alanın hiçbir şekilde iskana açılamayacağı ve açık hava müzesi olarak korunması kararlaştırılmıştı.

Planlama Müdürlüğü, Koruma Kurulu'na 26 Ağustos 2010 tarihinde gönderdiği yazıyla bölgede korunması gerekli alanlara açıklık getirilerek belirlenmesi talebinde bulundu. 2 Numaralı Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulu da 175 hektar alanı içeren Piyalepaşa, Kaptanpaşa, Fethipaşa ve Keçecipiri mahalleleri sınırları içerisinde 14 bölge ve mezarlığın etrafı çevrili kontrollü girişi olan açık hava müzesi kurulmasına karar verdi.

Buna göre 14 bölge olarak belirlenen SİT alanında kalan sanat değeri açısından önemli nişan taşlarının ve daha sonra yapılacak araştırmalar çalışmalarda elde edilecek nişan taşlarının açık hava müzesine taşınmasına, taşınan taşların yerine replikalarının (tıpkı yapım) yerleştirilmesine, yerinde kalacak taşlarla etraflarının birlikte düzenlenerek parmaklıklar ile çevrilerek muhafaza edilmesine, taşların rölöve, restitüsyon ve restorasyon projelerinin en geç bir yıl içinde Kurula iletilmesi şartıyla Büyükşehir Belediyesine gönderildi.

Raporda, Beyoğlu ve Şişli ilçelerinin mücavir alanında kalan alanın planın hazırlık sürecinde, ilçe sivil toplum kuruluşları ve belediyelerle ortak toplantılar düzenlenerek fikir alındığı ifade edildi. Bu kapsamda plan hazırlığıyla ilgili tüm aşamaların tamamlandığı belirtilerek, gereğinin yapılması için belediye meclisine havale edildi. Komisyon tarafından değerlendirilen Tarihi Okmeydanı SİT Alanı imar planı teklifi İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi tarafından oy çokluğuyla kabul edildi.
 


http://www.yapi.com.tr/Haberler/okmeydani-tarihi-sit-alani-koruma-plani-da-kabul-edildi_90391.html

13 Ocak 2012 Cuma

Muhatap Müteahhit Değil, Sayın "Kültür" Bakanı

Haber: bianet.org / Korhan GÜMÜŞ


 Projeyi kendi amaçlarına göre hazırlatan yatırımcı-müteahhit çıkıyor büyük bir pişkinlikle gazetelerde kendi projesini anlatıyor. Biz de güya tartışmaya çalışıyoruz! Böyle bir tuhaflık ancak muz cumhuriyetlerinde falan olabilir. Sözkonusu olan kültür mirası olan bir kamu yapısı ve siz bunu devlet olarak bir müteahhite projelendirmesi için veriyorsunuz. Bu olacak şey mi? Müteahhit kültür yönetiminden, kültür mirasının projelendirilmesinden ne anlar? Onun amacı para kazanmak. Bu olan biten bir kültür yönetimi skandalıdır. Skandal bile demek az gelir, çünkü normal bir hukuk devletinde bu yapılan suç teşkil eder.

Bütün fikirler tartışılabilir. Bu işi yapmaya çalışanlar yalnızca kendi perspektiflerini halka dayatmaya çalışıyorlar. Söylenenlerin hepsi taraflı. Parayla alınmış bir rapordan söz ediliyorlar.

Daha önce de aynı müteahhit Emek'in altına dört kat otopark koymaya çalışmıştı, Koruma kurulu bina yıkılmadan bu yapılamaz diye reddetti. Elbette ki binada değişiklik yapılabilir, taşıyıcı sisteme de müdahale edilebilir. Ama buradaki niyet başka.

Beyoğlu'nda bu işi yapanlar burayı "Bülent Eczacıbaşı'na yedirmeyiz" diyorlar. Çünkü onlar Emek'i yalnızca kar edilecek bir yer olarak algılıyorlar. Bu söyledikleri bile konuya nasıl yaklaştıkları hakkında bir fikir veriyor.

Beyoğlu'nda kültür kuruluşları büyük bir dinamizm gösteriyor. Bu müteahhit ve diğerleri de bu gidişi baltalamaya, Beyoğlu'nu tüketmeye çalışıyorlar.

Bütün kültür kuruluşları bir araya gelerek burayı şeffaf bir şekilde projelendirseler ve yönetseler fena mı olur?

Mesele sürekli çarpıtılıyor. Kentin kültürel etkinlikler için kullanılabilecek en önemli kamu alanı Tepebaşı, ofis ve otopark olarak kullanılıyor.

Emek Sineması'nın yalnızca mimari projesini tartışmak bence yeterli değil. Bir kamu yapısı olan sinemanın dönüştürülmek amacıyla bir yatırımcı-müteahhit kuruluşa devredilmesi kültür yönetimi açısından tartışılması gereken bir sorun...

Bu projenin piyasa ve kar odaklı olmayan kuruluşlarla geliştirilmesi gerekir.

Bu olay kamu açısından bir kötü yönetim örneğidir.



Taklit koruma değildir

Projenin öznesi müteahhit olamaz. Proje hizmetleri uzman kuruluşlardan alınır. Sonra müteahhitler veya hizmet için işletmeciler sürece dahil olur. Çünkü ne yapılacağına bürokratlar karar veremez.

Emek'te tam tersi yapılıyor. Mimarlar, projeyi geliştirenler müteahhitlere hizmet veriyor. Böylesine bir uygulama kabul edilebilir mi?

Mimari açıdan bir binanın taklidini yapmak onu korumak değildir. Tek mimari seçenek de değildir.

Bir yapının restore edilmesi için, eğer bir kamu yararı sözkonusu ise, yani yapı tescilli bir kültür varlığı ise, kamunun bağımsız uzmanları ve kuruluşları arayüz olarak işlevlendirmesi gerekir. Çünkü restorasyon tıpkı sanat eseri üretmek gibi yaratıcı bir iştir.

Nasıl bir heykeli kiloyla, resmi metrekareyle sipariş edemezseniz, mimariyi de inşaat büyüklüğü olarak sipariş veremezsiniz.

Bu nedenle önce projenin şeffaf bir biçimde hazırlanması sonra uygulamanın bu projeye göre mütahhitlere ihale edilmesi gerekir. Yoksa bu bir kötü yönetim örneği olur.

Bakın Sütlüce'ye, Kongre Merkezi'ne... Kamu bu projeleri ihale ile yaptırdı. Şimdi de Taksim'deki kışlayı siparişle yaptırmaya çalışıyor.

Bu tür uygulamalara bütün profesyonellerin karşı durması ve kamuya profesyonelliği öğretmesi lazım.

Yatırımcı-müteahhit kuruluş üzerinde bulunduğu arsayı değerlendirmek için Emek Sineması'nı yıkmayı uygun görüyor. Çünkü sinema binası yapılırken kimsenin aklına altını yedi kat oymak, üstüne kat çıkmak gelmemiş.

Mevcut haliyle Emek Sineması yatırımcı-müteahhitin ihtiyacını karşılamıyor. Tıpkı bir köşkün yıkılıp, apartman yapılması gibi, müteahhit hazırlattığı projede yer üstünde ve yer altında inşa edilecek yeni katlarla ve hacimlerle kullanım alanını beş misli artırıyor. Bir de aklınca yeni binanın üst kotuna da "hatırasını yaşatmak için" Emek Sineması'nın bir taklidini inşa edeceğini söylüyor.

Böylece yatırımcı müteahhit kuruluş Emek Sineması'nın yıkımına sinemaseverlerin göstereceği tepkileri önlemeyi amaçlıyor. Yatırımcının yaptığı kendi açısından anlaşılır bir şey.

Seyircinin ödediği vergi

Sorun yatırımcının sinemaya yaklaşımında değil, bu yaklaşımı aynen benimseyen kamunun bakışında.

Örneğin bir yatırımcı pekala Topkapı Sarayı'nı üzerinde bulunduğu mülkü, yani araziyi kendi yaklaşımına göre değerlendirebilir ve bir otel olmasının daha karlı olacağını iddia edebilir.

Bize çok aykırı gözükse de bunda bir tuhaflık yok. Tuhaflık bu bakışın Kültür Bakanlığı tarafından da benimsenmesinde.

Kimse bir tüccarı daha çok para kazanmak istediği için suçlayamaz. Sonuçta karşımızdaki bir hayırseverlik kuruluşu değil, işletmeci değil. Kar amaçlı bir kuruluş.

Nereden baksanız bir yatırımcıdan beklenebilecek bir proje. Yatırımcı karını maksimize etmeyi amaçlıyor.

Bir yatırımcı için sinema başka ne olabilir ki? Nasıl inşaat metrekare ile ölçülen bir değer ise, sinema da gişe hasılatı gelirlerine dayanan bir ticari etkinlik olmalı. Zaten sinema izleyicileri (tıpkı içki tüketicileri gibi) hayatları boyunca sinema biletlerinin bedelinin neredeyse yarısını vergi olarak ödemiyorlar mı?

Emek Sineması'ndaki asıl mesele yıllardır sinema biletlerinden alınan vergileri ve diğer gelirleri kullanıp da bu projeyi aynen yatırımcı ve müteahhit kuruluşlar gibi algılayan ve değerlendiren Kültür Bakanlığı ile belediyelerde.

Yıllardır kamu tarafı bu yaklaşımı benimsediği için bakın yılların Yeşilçam'ından geriye ne kaldı?

Emek bir kamu mülkü

Öyleyse sormamız gereken şu: Emek Sineması'na ne yapılacağına bir yatırımcının karar vermesi mümkün mü?

Emek Sineması bir kamu mülkü. Kamu mülkiyetinde olan tarihi bir kültür yapısının bir yatırımcı tarafından projelendirilmesi hatalı.

Binada elbette ki mimari değişiklikler yapılabilir, kültür yapısının kullanım performansının geliştirilmesi için bazı mekanlar yeniden tasarlanabilir ve işlevlendirilebilir. Ancak Emek Sineması'nın ne olacağına bir yatırımcı karar veremez.

Bu durumda kamunun görevini yapması gerekir. Kültür Bakanlığı'nın önce kültür kuruluşları ile daha katılımcı bir yönetim planı hazırlatması, sonra eğer bu yönetim planına göre ihtiyaç duyuluyorsa mimari hizmet alması gerekir.

İstanbul'da Emek Sineması'nı daha iyi yönetebilecek bir dolu kültür kuruluşunun bulunduğunu söylemek bile fazla. Böyle bir mekanda alışveriş merkezleri yapmayı tahayyül eden ve para kazanmayı amaçlayan bir kuruluşun yönetim tecrübesi, yaklaşımı doğru olur mu?

Yapılan ihale kültür sanat yönetiminde geçerli olan bütün yöntemlere aykırı bir uygulama. Kültür Bakanı'nı yapılan yanlıştan dönmesi lazım.

Emek Sineması'nda para kazanmaktan başka amacı olmayan bir kuruluşla işbirliği yapmak yerine kültür kuruluşları ile işbirliği yapması gerekli.

Kültür Bakanı'na tekrar tekrar seslenmek lazım: Görevini yap, kültür kuruluşları ile gelişmeleri planla. Yoksa bir rezalete imza atmış olacaksın


http://www.yapi.com.tr/Haberler/muhatap-muteahhit-degil-sayin-kultur-bakani_90361.html

Kapalıçarşı Restorasyon Projesi

Son olarak 1980 yılında küçük bir bakımdan geçen 550 yıllık tarihi Kapalıçarşı, yenilenerek, ilk günkü görüntüsüne kavuşacak. Toplam 14 milyon 833 bin TL proje bedeli ile 2011 sonuna kadar restore ve renove edilecek çarşının, 550 yıl öncesindeki orijinal görüntüsüne kavuşturulması planlanıyor. Proje kapsamında 14 milyon 833 bin TL'lik proje bedelinin yarısının İstanbul İl Özel İdaresi yarısının da Fatih Belediyesi tarafından karşılanacağını belirtildi.

Çarşının restorasyonu ile ilgili 2009 yılından bu yana çalışmalar sürüyor. Projenin Anıtlar Kurulu tarafından onaylanmasının ardından çalışmalara başlanacak.

Yenileme kapsamında çarşının tüm altyapısı değiştirilerek ısıtma ve aydınlatma ihtiyaçları giderilecek. Çarşı içerisinde bulunan hanlara zamanla yapılan eklentiler de temizlenerek, 1980 yılında değiştirilen kubbe yapısı da orijinal hale dönüştürülecek Projenin tüm onay ve inşaat aşamasının 2011 sonuna kadar tamamlanması hedefleniyor.

Rakamlarla Kapalıçarşı

- Nuruosmaniye, Mercan ve Beyazıt arasında yer alan Kapalıçarşı'da toplam 64 cadde ve sokak, iki bedesten, 16 han ve 22 kapı bulunuyor.
- Çarşının toplam büyüklüğü 45 bin metrekare.
- Toplam 3 bin 600 dükkanın bulunduğu çarşıda, 97 farklı çeşit ürün satılıyor.
- Çalışan sayısı 25 bini buluyor.
- Çarşının günlük ziyaretçi sayısı 300 – 500 bin arasında değişiyor.

Göbeklitepe İmara mı Açılıyor?

Urfa’da Harran Üniversitesi kampusuna yakın 800 hektarlık arazinin imara açılması için AKP İl Genel Meclisi harekete geçti. Evrensel Gazetesi'nin haberine göre,Göbeklitepe gibi bir höyük alanının olduğu bir yerde arkeolojik çalışma yapılmadan imara açılmasına BDP’li grup karşı çıktı. Ancak oy çokluğuyla meclisten geçen karara AKP’li İl Genel Meclis üyelerinden de tepki geldi. İmara açılan arazinin bulunduğu yerin tarım alanı olduğunu ifade eden AKP’li eski İl Genel Meclis Başkanı Uğur Beyazgül, tarihi alanın imara açılmasına “Vicdanım elvermiyor, her ne kadar grubumuz tarafından rapor hazırlanıyorsa da gözden geçirilmelidir” dedi. Beyazgül’ün önerisine, AKP İl Genel Başkanı Mustafa Yavuz tepki göstererek, BDP’li grup ile el kaldırılmasını istemişti.

‘AKP oy çokluğuyla karar aldı’

Göbekli Tepe benzeri höyüğün bulunduğu alanın imara açılması kabul edilemez olduğunu ifade eden BDP Grup Başkanı Halit Yıldıztekin, AKP grubunun oy çoğunluğuyla raporu meclisten geçirdiğini söyledi. Yıldıztekin, “Bahse konu olan alan için hazırlanan projeye baktığımızda takdire şayan bir projedir. Alan 7. sınıf tarım arazisidir. Ancak arazinin tepelik kısmında tarihi bir alan olduğu da dikkatimizden kaçmadı. Her yapılan kazı yeni bir tarih yazımını da beraberinde getirmektedir. Göbekli Tepe buluntuları tarihi yeniden yazılmasını da beraberinde getirmiştir. Bu konuda hassasiyetimiz vardır. Her ne kadar Tabiat Varlıklarını Koruma Müdürlüğü bu konuda olumlu görüş belirtmişse de bu konunun yeterince araştırılmadığı düşüncesi bizde hakimdir” dedi.


http://www.yapi.com.tr/Haberler/gobeklitepe-imara-mi-aciliyor_90335.html

Lütfen şimdide Göbeklitepe'ye ait bu video.yu da izleyin.Önemini çok daha iyi algılayacaksınız.
http://www.wimp.com/unexplainedstructure/

9 Ocak 2012 Pazartesi

Haydarpaşa Garı'nda İki Yıllık Restorasyon

İstanbul'un sembol mekânlarından biri olan tarihi Haydarpaşa Tren Garı, 2 yıllık bir dinlenme dönemine giriyor. Ulaştırma Bakanlığı, Ankara-İstanbul hızlı tren çalışması nedeniyle önümüzdeki Mart ayında geçici olarak kapatacağı tren garını baştan aşağı restore edecek. Bu süre içinde tüm seferler duracak. Zaman Gazetesi'nden Kazım Pıynar'ın haberine göre, restorasyon bittiğinde, daha önce yanan ve geçici olarak sacla kaplanan çatı katı tamamen kafeterya ve gözlem evi olacak. Diğer katlar ise müze, alışveriş merkezi ve gar şeklinde düzenlenecek.

Haydarpaşa Garı'nı yenileme projesinin en önemli ayağını, mekânı halkın kullanımına açmak oluşturuyor. Kültür merkezi modeliyle yeniden düzenlenecek garın halkın daha çok vakit geçireceği bir yer olarak hazırlanması planlanıyor. Garın farklı katlarında alışveriş merkezi, müze ve kafeler de olacak. Gar içerisinde bulunan büfeler de garın içerisine alınarak katlara dağıtılacak ve buralara alışveriş yapılabilecek dükkânlar açılacak. Garın bir katında açılacak müzede gar ve Türkiye'nin tren geçmişiyle ilgili materyaller sergilenecek. Böylece işlemeleri ve tarihi ile Türkiye'nin en ihtişamlı tren garlarından olan Haydarpaşa Garı, Devlet Demiryolları'nın hikâyesini yansıtacak.

Haydarpaşa Gar Müdürü Orhan Tatar, garın en üst katının kafeterya ve gözlem terası olarak düşünüldüğünü aktarıyor. Zaman zaman kendilerinin de bu kata çıkıp İstanbul silüetini izlediklerini belirten Tatar, proje sonrası bu tarifsiz manzarayı herkesin izleyebileceğini vurguluyor. Tatar, "Sıcak bir çay eşliğinde insanlar sevdikleriyle oturup İstanbul'u izleyebilecek. Ayrıca Haydarpaşa'nın denize bakan cephesinde bulunan kulelerin de gözlem terası olarak düzenlenmesi düşünülüyor. Buralara asansörle çıkılan seyir terası yapılması planlanıyor." şeklinde konuşuyor. Garın tarihle modernizmin bir yansıması olacağını kaydediyor.

Tarihi yapıda, ilk olarak ocak ayı sonunda Gebze-Köseköy arası tren seferleri duracak. Bu süre zarfında Gebze'den Haydarpaşa'ya banliyö seferleri ise sürecek. Gar Müdürü Orhan Tatar, projeye göre mart ayından sonra banliyö seferlerinin de durdurulacağını belirtiyor. Tatar, bu tarihten 2013 sonuna kadar da garda restorasyon çalışmaları yapılacağını ifade ediyor. Yenilenen garın hızlı tren kapasitesini kaldırması amaçlanıyor. 2. Abdülhamid'in döneminde yapılan ve 1908 yılında hizmete açılan Haydarpaşa Tren Garı geçtiğimiz yıl çıkan yangınla yara almıştı. Yangın nedeniyle çatısı çökmüş ve 4. katı kullanılamaz hale gelmişti. Çatı geçici olarak sacla kapatılmıştı.


http://www.yapi.com.tr/Haberler/haydarpasa-garinda-iki-yillik-restorasyon_90344.html

Tarihî mescid yeniden inşa edildi

İstanbul'da tarihi dokuyu ihya projeleri hayata geçirilmeye devam ediyor. 1482 yılında Hızır Bey bin Abdullah tarafından inşa edilen, ancak günümüze ulaşamayan tarihi 'Altı Poğaça Mescidi ve Hazîresi' aslına uygun olarak yeniden inşa edildi.İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Kadir Topbaş, Tarihi Yarımada'da bulunan tarihi eserlerin tekrar ihyası için çalıştıklarını belirterek, "Bu tür küçük eserler, çeşmeler, hazireler o yerde yaşayanların kimliğini, inancını yansıtıyor. Bu yapılar, halkın ne olduğunu gösteriyor.'' diye konuştu.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi Yapı İşleri Müdürlüğü tarafından tarihi özelliklerine göre yeniden inşa edilen Fatih'teki Altı Poğaça Mescidi'nin açılışı törenle gerçekleştirildi. Törende konuşan Topbaş, Fatih'in imar planını yaparken, daha önce kayıt altına alınmadan yok olan 808 tane tescilli ve kayıp olan eseri de tespit ettiklerini ifade etti. Eski eserlerin yeniden ihyası için toplam 140 milyon dolar harcadıklarını anlatan Topbaş, "Bu mescit, 1482 tarihinde yapılmışsa o tarihten beri burada Müslüman topluluğunun yaşadığının tescilidir. Bu yapıların, çeşmelerin korunmasını hep önemseriz.'' şeklinde konuştu.

http://www.arkitera.com/haber/index/detay/tarih%C3%AE-mescid-yeniden-insa-edildi/5923

Yenikapı'da Süreç Nasıl Devam Ediyor?

Yenikapı Transfer Noktası ve Arkeopark Alanı'na yönelik düzenlenen "Uluslararası Mimari Avan Projesi Davetli Hizmet Alımı"nda geçtiğimiz günlerde davetli mimari ekipler belirlendi.
42 proje ekibinin başvurduğu hizmet alımında değerlendirmeler sonucunda 7 yerine 9 proje ekibi ön elemeleri geçerek finale kaldılar. Yabancı ve Türk mimarlık ofislerinin iş birliği ile oluşan ekiplerin de yer aldığı listede şu isimler yer alıyor:
- Tabanlıoğlu Mimarlık / Murat Tabanlıoğlu,
- SelgasCano / Jose Selgas Rubio – Lucia Cano Pintos,
- Terry Farrel & Partners / Sir Terry Farrel,
- EAA-Emre Arolat Architects / Emre Arolat,
- Eisenman Architects / Peter Eisenman + Aytaç Architects /Alper Aytaç,
- Cafer Bozkurt Mimarlık / Cafer Bozkurt + MECANOO ARC./FRANCINE Houben,
- Mimarlar Tasarım /Han Tümertekin + Hashim Sarkis Studios/Hashim Sarkis,
- Atelye 70 / Prof. Hüseyin Kaptan+ Cellini Francesco / Prof. Francesco Cellini + Insula Architettura E Ingegneria,
- MVRDV / Winy Maas + ABOUTBLANK

Davetli mimarlar seçildi, peki yarışmanın süreci nasıl devam ediyor? Geçtiğimiz günlerde, seçilen ekiplerin katılımıyla yer görme aşaması tamamlandı ve katılımcılara yarışmanın "design brief"i verildi.
Davetli mimari ekiplerden yarışmanın süreci ve işleyişi hakkında bazı yorumlar aldık. Genel anlamda zor bir süreç içerisinde olduklarını belirten ekiplerden, "Bürokratik zorluklar bir kenara bırakıldığında sürecin şimdilik rayında gittiği söylenebilir" gibi yorumlarla birlikte, "Yarışmanın konusu ve alanın doğası gereği zaten zor olan bir süreçte yaşanan gecikmelerin doğal karşılanabileceği" yönünde fikirler de edindik. Ayrıca ekipler, verilen şartnamenin oldukça fazla bilgi içerdiğini, fakat bu durum bir potansiyel olarak gözükürken, aynı zamanda bir karmaşa da yarattığını belirttiler.
Bir karmaşa ya da anlaşılmazlığa mahal vermemek adına Yarışma Raportörlüğü tarafından, yarışma süreci boyunca haftalık soru-cevap seanslarının yapılacağı bilgisi de ekiplere verilmiş. Bu durum ekipler tarafından olumlu karşılanıyor.
Ekiplerin projelerini teslim etmek için 6 Nisan 2012 tarihine kadar vakitleri var. Farklı meslek gruplarından gelen uzmanlardan oluşan 9 ekibin, alana yönelik birbirinden farklı ve önemli öneriler getirecekleri kesin. Sonuçlar ise 9 Nisan'da belli olacak.

http://www.arkitera.com/haber/index/detay/yenikapida-surec-nasil-devam-ediyor_/5797

6 Ocak 2012 Cuma

I. Mahmut Şadırvanı restore edilecek

Ayasofya'da bulunan I. Mahmut Şadırvanı, İstanbul İl Özel İdaresince restore edilecek.
İl Özel İdaresinden yapılan yazılı açıklamada, Ayasofya'nın kurşun örtüsü, padişah türbeleri ve batı cephesinin aslına sadık kalarak yenilenmesinin ardından restorasyon sırasının Ayasofya I. Mahmut Şadırvanı'na geldiği bildirildi.Özel İdare'nin, kültür mirasının korunması ve geleceğe taşınması için yüzlerce restorasyon çalışmasına imza attığı vurgulanan açıklamada, I. Mahmut Şadırvanı'nın da yapılacak restorasyonla tüm mimari özellikleriyle yeniden göz kamaştıracak hale geleceği kaydedildi.
Geçmişi I. Mahmut zamanına dayanan şadırvanın bir Osmanlı şaheseri olmasının yanında İstanbul'daki en büyük şadırvanlardan biri olduğuna dikkat çekilen açıklamada, şu ifadelere yer verildi:
''Özgünlüğünü kaybetmeden günümüze ulaşan yapının proje çizimlerini gerçekleştiren İstanbul İl Özel İdaresi, İstanbul Restorasyon ve Konservasyon Laboratuvar Müdürlüğünden gelecek analiz sonuçlarına göre restorasyon sürecini de başlatacak. Şadırvanda yenileme kapsamında, kurşun örtüsünün ve çatı karkasının incelenerek gerekli görüldüğü takdirde yenilenmesi, altın varak ve kalem işi konservasyonu, mevcut şebekelerin temizlenerek konservasyonu, mermer temizliği ve konservasyonu, metal elemanların temizlenmesi ve konservasyonu işleri yapılacaktır. 339 bin 442 TL bedelle yenilenecek olan şadırvanda çalışmaların, Ağustos ayında tamamlanması hedefleniyor.''

Süleymaniye Camisi'nde 1550 Gün

Mimar Sinan Araştırma Merkezi Seri Konferansları'nın dördüncüsünde Süleymaniye Camisi'nin restorasyonu tartışıldı.
Konferans Rektör Yardımcısı Prof.Dr. Suphi Saatçi ve Mimar Sinan Araştırma Merkezi Müdürü Prof.Dr. Demet Binan'ın açılış konuşmalarıyla başladı. Sonrasında söz alan Koruma Uzmanı Yüksek Mimar Nilgün Olgun caminin 2007'den 2011'e kadar süren restorasyon sürecini izleyenlere aktardı.
Mimar Sinan'ın eseri olan Süleymaniye Camisi'nin mimari özelliklerine değinmeyip restorasyonun şantiyecilik sürecini açıklayacağını belirten Olgun, uygulamaya başlamadan önce, bir sene sönmüş kireç gerekli olduğundan sahada bir kireç kuyusu hazırladıklarını ve herşeyin sahada olması gerekliliğinden dolayı alanda farklı atölyeler kurduklarını belirtti. Sonrasında yapıyı bütünüyle analiz ettiklerini, taşınabilir kültür varlıklarını yapı içerisinden çıkardıklarını, iskele kurulumuna dair detayları ve hat levhaları, minber, mihrab gibi yapı öğelerini koruma altına aldıklarını ve bu haliyle caminin bir kısmını turistler ve cemaat için açık bıraktıklarını sözlerine ekledi.
Caminin 1950'li yılların sonlarında ciddi bir onarımdan geçtiğini, sonrasında mahalli onarımların gerçekleştirildiğini fakat belge eksikliğinden dolayı dönemleri ve katmanları kendilerinin analiz ettiklerini belirten konuşmacı, sıva analizleri ile dönemlerin tespit edilmesinden sonra mevcut bezemenin rölövesinin alınıp raspa çalışmalarının başlatıldığını ifade etti. İleride gerçekleşecek restorasyonlar için restorasyon öncesi ve uygulama sırasında oldukça kapsamlı bir arşiv tutmaya çalıştıklarını dile getiren Olgun, ilk çalışmaların revaklı avluda başladığını belirtti. Burada Cumhuriyet öncesi, genel bir yanlış olarak Fossati onarımı olarak bilinen onarımdan 19. yüzyıla ait bezeme programının görülebildiğini belirten konuşmacı, bunun klasik düzendeki bezemeye zarar vermeyip, bezme üzerine sıva uygulanarak gerçekleştirildiğini ve alt kısımda klasik bezeme programı bulunduğunu sözlerine ekledi.
Basının da oldukça ilgisini çekmiş olan ana kubbe kalemişi restorasyonu tartışan Olgun, özenli şekilde çalışılıp çeşitli numuneler alarak kubbede tek kat sıva uygulandığını gördüklerini, bir yerde farklı bir bezeme programına rastladıklarını fakat devamının olmadığını böylece bu kısmı yerinde bırakma ihtiyacı gördüklerini ve bu alanda yeni bir kalemişi yapılmadığını ifade etti. Yine bu alanda karşılaşılan çatlaklar üzerinde araştırma ve koruma çalışmaları yaptıklarını belirten konuşmacı, bazı yerlerde çatlakların devam ettiğini, içteki çatlakların dışa yansımalarını analiz ettiklerini fakat korkutucu çatlaklar olmamasından dolayı ufak müdahalelerle güçlendirme yapıldığını belirtti. Olgun ayrıca kasnak bezemesinde araştırma raspası yaptıklarını ve dördüncü katman altında bir bezeme programı bulduklarını sözlerine ekledi.
Bunun yanı sıra yarım kubbeler, tromplar, oldukça müdahale görmüş olan tromp pencereleri, mümkün olduğunca tamamlanmadan bırakılmaya çalışılmış hat levhaları, iki filayağı üzerinde bulunan çiniler, bronz bilezik ve gergi demirleri üzerindeki bezemeler üzerinde yapılan çalışmaları, alanda bir yere toplanarak restorasyonları gerçekleştirilen kapı ve kepenkler gibi ahşap işleri, mozaik döşeme, devekuşu yumurtaları, cami içi su kanalı, kapılar, revak ve minare saçakları, mermer alemler, su terazisi, kuş evleri, hasırlık üzerinde gerçekleştirilen uygulamaları belirten Olgun, ayrıca taş konservasyonu, temizlik yöntemleri, kurşunların değişim ve bakımı üzerine teknik bilgilere yer verdi. Son olarak peyzaj üzerine çalışmaları aktaran konuşmacı, komplekse bir yeraltı tuvaleti eklediklerini dile getirerek sözlerini noktaladı.

Tarihi Yarımada koruma altına alınıyor

İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi, Tarihi Yarımada'yı koruyacak nazım imar planını oy birliğiyle kabul etti.



Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulunca 1995 yılında SİT alanı ilan edilen Tarihi Yarımada'nın korunmasına ilişkin hazırlanan nazım imar planı, 2005 yılında mahkemece iptal edildi. Bunun üzerine yeniden hazırlanan Tarihi Yarımada Koruma Planı, 2010 yılında onaylanmak üzere Koruma Kuruluna gönderildi. Yeni plana ilişkin değerlendirmelerini tamamlayan Koruma Kurulu, planı onaylayarak düzeltmeleriyle birlikte belediye meclisine gönderdi.
Koruma Kurulu, yaptığı düzenlemelerde, Tarihi Yarımada'daki birinci derece tarihi eser niteliği taşıyan bazı yapıların yakınındaki otopark projelerini iptal etti. Yerebatan Sarnıcı'nın çevresindeki yapılaşmanın kısıtlandığı dikkat çekti. Tarihi yapıların etrafındaki yeşil alanların, planlara işlenerek tescilli yapıların korunacağı bildirildi.
Bu planın ele alındığı İstanbul Büyükşehir Belediye Meclisi Aralık ayı 3 birleşiminde konuşan Ak Parti Grup Başkanvekili Ergun Turan, bu planın çok uzun yıllar belediyenin gündeminde olduğunu belirterek, “1/5000 ölçekli plan. Planlama ofisinde uzun çalışmalar yapıldı. Bu plan daha önce meclisimizden geçmiş, Koruma Kuruluna gitmişti. Şu anda kurulun onayı da alınarak yeniden meclisimize geldi. İstanbul için çok önemli bir plan. Bu dönemde alınan en önemli kararlardan birisi” dedi.
'DARISI BEŞİKTAŞ'IN BAŞINA'
CHP'li Meclis Üyesi Mehmet Yıldız da Tarihi Yarımada'nın 1980'li yıllardan itibaren parça parça koruma planlarının yapıldığını belirterek, “İstanbul'un en önemli yeri olan bu bölgenin koruma planının bu kadar uzun sürmesi gerçekten üzücü bir durum. Bugün tarihi bir gün. Ayrıca darısı Beşiktaş'ın başına diyorum” diye konuştu.
Rapor, meclis üyelerinin oy birliğiyle kabul edildi.
İmar ve Bayındırlık Komisyonu Başkanı Sefer Kocabaş, gazetecilere yaptığı açıklamada, Fatih ve Eminönü'nün
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş döneminde planlandığını, ancak çeşitli gerekçelerle mahkemelerin bu planları iptal ettiğini hatırlatarak, uzun dönem plansız kalan Tarihi Yarımada'nın yeni planının bugün meclisten geçtiğini kaydetti.
“Üç medeniyete başkentlik yapan İstanbul'da korunması gereken tarihi eserlerin korunduğu, kayıp eserlerin elde edilen bulguları varsa, onların da işlendiği bir plan yapılmıştır” diyen Kocabaş, İstanbul'un, Süleymaniye, Sultanahmet, Zeyrek karasurları ve çevreleriyle Dünya Kültür Mirası Listesi'nde yer aldığını kaydetti.
Kocabaş, Tarihi Yarımada'daki eserlerin tamamının korunacağını, bu eserlerin yanlarına inşa edilecek yapıların tarihi eserlerin korumacı mantığıyla değerlendirileceğini ifade ederek, “Surların içerisindeki kaçak yapıların hiçbiri kalmayacak. Biz yapıları değerlendirmiyoruz, plan bazında değerlendiriyoruz. Tarihi yapıların etrafına yapılacak yapılar o eserlerle yarışmayacak. Kayıp eser varsa, zamanında, yanmış, yıkılmış eser varsa elde bilgi belgeler varsa plana işlenmiş oldu” dedi.

5 Ocak 2012 Perşembe

Önce Çatlat, Sonra Restore Et

Üçte biri kaçak inşa edilen Demirören Alışveriş Merkezi’nin (AVM) inşası esnasında hasar gören ‘Hüseyin Ağa Camii’, Demirören Grubu tarafından restore ediliyor. Beyoğlu’nun tarihi sembollerinden biri olan 415 yıllık Hüseyin Ağa Camii’nin Demirören AVM inşaatı sırasında gördüğü hasarla ilgili incelemeler tamamlandı. Ardından Vakıflar Bölge Müdürlüğü ve Demirören Şirketler Grubu sponsorluğunda restorasyon çalışmaları başlatıldı.

Eski hali!

Radikal Gazetesi'nde
Fatih Yarım imzasıyla yer alan habere göre Demirören Holding, durumu tarihi caminin çevresine asılan ve üzerinde ‘Değerlerimiz için varız...’ sloganı yer alan pankartlarla duyurdu. Pankartta tarihi caminin tahribata uğramadan önceki fotoğraflarının da ‘eski hali’ diye resmedilmesi dikkat çekti. AVM’nin inşaatı sırasında caminin kubbesinde derin yarıklar ortaya çıkmış, inşaat ise şehir plancıları ve mimarların da tepkisine rağmen devam etmişti. Binadaki kaçak katlar da sorun olmuştu. Demirören AVM’nin yapımına 2006’da başlandı. AVM ile ilgili 2 No’lu Koruma Kurulu, inşaatın yanındaki Serkil Doryan (Circle d’Orient) binasının yüksekliğini geçmeyecek şekilde inşaat izni verdi. Ancak 2007’de AVM’nin yapılacağı inşaat alanı, bu kuruldan alınarak Yenileme Alanı Koruma Kurulu’na verildi ve Demirören grubu da tadilat projesiyle inşaat alanını 19 binden 38 bine yani iki katına çıkardı. Yenileme Kurulu da projeyi onayladı. Demirören AVM yükselirken, kaçak katları nedeniyle Radikal’e defalarca haber oldu.

İbadete devam

Daha önce caminin ibadete kapatıldığı açıklanmıştı fakat kubbesinin yıkılma tehlikesi bulunan cami hâlâ ibadete açık. Cemaati ise kubbedeki bu derin çatlaklara aldırış etmeden ibadete devam ediyor.

Beyoğlu’nun 30 metre altına indi

Kültür Bakanlığı Teftiş Kurulu raporuna göre Demirören AVM’nin son 2 katı, yeraltına ve arkaya uzanan blokların bir kısmı kaçak. Yeraltında 30 metre derinliğe inen AVM, bunu yaparken çevreye zarar vermiş; raporda Demirören Grubu, inşaat yaparken tescilli bazı binaları yıkmak ya da zarar vermekle de suçlanıyor. Kurul, AVM’nin üçte birinin yıkılmasını ve kaçak kısımlara göz yumanların yargılanmasını isterken AVM inşaatı, Fransız Le Monde gazetesine de konu  olmuş ve ‘anarşik yapılaşmaya’ örnek gösterilmişti.

Sirkeci Garı Restorasyona Giriyor

Foto: Sinan Gül (AA)
Alman mimar August Jasmund tarafından inşa edilen ve 1890 yılında hizmete giren Sirkeci Garı, restorasyon için hazırlanıyor. Tarihi boyunca bazı küçük restorasyonlar geçiren garın çatısının batı bölümlerinin akması nedeniyle binada çürümeler meydana geldi. Bunun üzerine harekete geçen TCDD, binanın restore edilmesine karar verdi. Çatısında problem olduğu için binayı korumak anlamında, çatı, geçici olarak koruma altında alınacak. Restorasyon projeleri tamamlandıktan sonra onay için Kültür Varlıklarını Koruma Kuruluna sunulacak. Onay alındıktan sonra ihaleye çıkılacak ve restorasyon başlayacak. Yetkililer, restorasyonun, 2-3 yıl içinde biteceğini belirtti.
    
''Garları yaşanılır kılmaya çalışıyoruz''     
TCDD Genel Müdürü Süleyman Karaman, konuya ilişkin yaptığı açıklamada, demiryollarının 155 yıllık köklü bir kuruluş olduğunu belirterek, ''İstasyonları, garları sadece demiryollarının değil, Türkiye'nin mimari ve kültürel varlığı olarak değerlendiriyoruz. Bunları restore ederek, her istasyonu kentin merkezi yerlerinden biri haline getirmek için çabalıyoruz'' dedi. Cumhuriyet'in ilk yıllarına kadar demiryollarının kentin merkezi yerlerinden biri olduğunu, 1950'lerden sonra demiryollarının ihmal edilmesi ve trene olan ilginin azalmasıyla istasyonların terk edilmiş mekanlar haline geldiğini ifade eden Karaman, ''Bunu sadece merkezdeki istasyonlar için düşünmüyoruz, bütün istasyonlarımızı kültür varlığı olarak görüyor ve restore ediyor, yaşanılır kılmaya çalışıyoruz'' diye konuştu.

    
Karaman, İstanbul'un sembol garlarından biri olan Sirkeci Garı'nı da bu anlamda değerlendirdiklerini belirterek, Sirkeci Garı'nın, 1890 yılında Alman Mimar August Jasmund tarafından klasik Türk-İslam mimarisine yakın çizgide yapıldığını anımsattı. Yıllardır sadece Almanya'ya işçi göçü değil, 'Şark Ekspresi' ile Türkiye'ye gelen yazarlar, sanatçıların da Sirkeci Garı'ndan İstanbul'u tanımaya başladıklarını anlatan Karaman, burayı, bir değer olarak gördüklerini ve bu bağlamda Kültür ve Turizm Bakanlığı ile ne yapılması gerekiyorsa yaptıklarını kaydetti.
    
Garın tarihçesi     
Alman mimar ve mühendis A. Jasmund'un yaptığı Sirkeci Garı, 3 Kasım 1890'da görkemli bir törenle hizmete açıldı. Doğu ile Batı'nın birleştiği noktada bulunan İstanbul'un garının, oryantalist bir üslupla hayata geçirilmesine karar veren Jasmund, binada, bölgesel ve ulusal biçim kalıplarına yer vermedi. Bu üslubu yansıtmak için cephelerde tuğla bantlar kullanan Jasmund, sivri kemerli pencereler, ortaya ise Selçuklu dönemi taş kapılarını anımsatan geniş bir giriş kapısı yaptı. Binanın içindeki vitraylar da bu üslubu tamamladı. Binanın kaidesi granit, cephesi mermer ve Marsilya Arden'den getirilen taşlarla yapıldı. Bekleme salonlarına, Avusturya'dan getirilmiş büyük çini sobalar konuldu. Binanın aydınlatılması ise çeşitli yerlere konulan 300 havagazı feneriyle sağlandı. Sirkeci Garı, yapıldığı dönemde denizin kıyısındaydı. Orta girişin iki yanında saat kulesi, üç büyük lokanta, ayrıca binanın arkasında geniş bir bira bahçesi ve açık hava lokantası yapıldı.
 

SALT'ın İkinci Binası, Galata'da Açıldı

Garanti Bankası'nın güncel sanat, sosyal tarih, ekonomi tarihi, mimarlık, tasarım, kent yaşamı gibi bir çok alanda etkinlik ve sergiler düzenleyen kültür kurumu SALT'ın Beyoğlu'nda açılan ilk binasının ardından Karaköy Bankalar Caddesi'nde bulunan Osmanlı Bankası Genel Müdürlüğü, yapılan restorasyon ve düzenlemelerin ardından SALT'ın ikinci binası olarak hizmete açıldı. Açılış nedeniyle yapılan basın buluşmasında bir konuşma yapan SALT Yönetim Kurulu Başkanı ve Garanti Bankası Genel Müdür Yardımcısı Nafiz Karadere, Garanti Bankasının, bankacılığın yanı sıra bireyin ve toplumun vizyonunu geliştiren etkinliklere uzun süredir destek verdiğini hatırlatarak, şunları söyledi:
    
''Geçtiğimiz yıllarda, üstlendiğimiz misyonu bir adım daha ileriye taşıyarak sürdürülebilirliğini teminat altına aldığımız özerk kurumlarla, toplumun kültürel ve eğitsel birikimine katkıda bulunmayı amaçlıyoruz. 2006 yılında kültür kurumlarımızı tek bir çatı altında özerk bir yapıya dönüştürme çalışmalarımız uzun bir süreçten sonra tamamlandı. SALT'ı kurarken ülkemizin kültür ve düşünce yaşamına uzun yıllar hizmet verebilecek bir kurum yaratmayı hedefledik. Oluşturulan yeni yapıya, ortak aklı esas alan bir yönetişim modeli önerdik. SALT, farklı disiplinlerin ortak bir yönetim ve program altında bir araya gelerek, sanat üretimine geniş mekanlar sunmak, kültürel hafızayı korumak ve topluma kazandırmak amacıyla kuruldu.''



Karadere ayrıca, İstanbul'un Karaköy Galata gibi tarihi bir bölgesinde 15 bin metrekarelik alanı kent yaşamına kazandırmaktan büyük mutluluk duyduğunu dile getirerek, ''Daha önce Osmanlı Bankası Müzesi binası olarak faaliyet gösteren 119 yıllık bu etkileyici yapı, bugüne kadar, banka şubesi, bölge müdürlüğü ve müzeyi bünyesinde barındırdı. Bugün artık bu değerli mekanı da, tümüyle kültür-sanata ve İstanbullulara armağan ediyoruz'' şeklinde konuştu.

"Üzerinde özenle çalışılan çok heyecanlı bir süreç oldu"
    
SALT İletişim ve Yönetim Direktörü Sima Benaroya da, SALT Galata binasının kapılarını ilk olarak 1892 yılında Osmanlı Bankası Genel Müdürlüğü olarak açtığını belirterek, ''Bu görkemli tarihi binayı, günümüzün ihtiyaçlarına cevap veren bir kültür kurumuna dönüştürmek, üzerinde özenle çalışılan çok heyecanlı bir süreç oldu. SALT'ın hayata geçmesi için bir çok kişi hep birlikte çok emek verdik. Alışılmadık bir yol izleyerek, bu binanın, SALT'ın çok sesli duruşunu yansıtmasını istedik. SALT Galata, salt bir sergi kurumunun ötesinde, öncelikle araştırma imkanlarıyla ve oditoryumuyla 'düşünce üreten' bir kurum olmayı hedefliyor. SALT sabitleşmiş kalıplar yerine, araştırma, paylaşma ve birlikte yeni fikirler üretmeye odaklanıyor. Bir program fabrikası gibi işleyen SALT Beyoğlu'nun ardından, SALT Galata'nın araştırma ve paylaşma kapasitesiyle devreye girmesi sonucu misyonumuz tümüyle görünür olacak'' dedi.



Buluşmanın ardından açık arşiv, Osmanlı Bankası Müzesi, oditoryum, çalışma atölyeleri, cafe, mağaza ve sergi salonlarından oluşan SALT'ın Galata binası gezilerek basın mensuplarına tanıtıldı. SALT Galata'da ayrıca Prof. Dr. Zainab Bahrani, Prof. Dr. Zeynep Çelik ve Prof. Dr. Edhem Eldem tarafından kavramsallaştırılıp hazırlanan ''Geçmişe Hücum: Osmanlı İmparatorluğu'nda Arkeolojinin Öyküsü, 1753-1914, arkeolojinin Yakındoğu'daki zengin ve karmaşık hikayesi'', Gülsün Karamustafa'nın ''Peçesi Açılan Modernizm - Tarihleri Örgülemek'', Araştırmacı-sanatçı Tayfun Serttaş'ın hazırladığı, İstanbul'da 1935'ten 1985'e kadar kesintisiz olarak fotoğrafçılık yapan ''Maryam Şahinyan Arşivi'' sergileri sanat sevenlerin beğenisine sunuldu.


Foto: 'Peçesi Açılan Modernizm - Tarihleri Örgülemek' sergisinden bir görüntü



Foto: Osaman Hamdi, 1883'teki Nemrut kazıları sırasında kabartmaların kopyasını alırken
http://www.yapi.com.tr/Haberler/saltin-ikinci-binasi-galatada-acildi_89802.html

Herkes, ‘Camileri Restore Eden Kadın Mimarı’ Sorardı

Makbule Yalkılday, Türkiye’nin ilk kadın mimarı. Şu an 97 yaşında. İstanbul‘daki pek çok yapıda, özellikle de camilerde onun emeği, imzası var. Zaten Yalkılday için İstanbul’daki tüm yapılar birer çocuk, onun çocukları... Ama bu zaman kaşifinin sitemi büyük, “Eski coşku, eski heyecan kalmadı artık bu toprakların insanlarında. Rüzgâr nereye herkes oraya. Medeniyet, Avrupalılaşma bu olmamalıydı. Her şey iktidar için, her şey riyakârca. Hadi kendinize gelin biraz.”

Biraz dik başlı ama neşeli ve iyimser. Onu sevmek için nedene bile ihtiyacınız yok. Yaşanmışlık fışkırıyor gözlerinden. Dile kolay 97 yaşında. Çocuklar, arkadaşlar, hocalar, meslektaşlar, sevgililer, torunlar... İnsanlarla dolu bir dünyada asırlık bir ömrü anlatması elbette zor... Hafızası zehir gibi ama yalnızca istediklerini anlatıyor.

Konuşurken dikkatsizliği affetmiyor, hemen yakalayıveriyor. Tecrübenin satın alınamayacağının yaşayan bir kanıtı. Konuşurken çok şeyden bahsettiği için biraz da kafa karıştırıyor. Ama söyledikleri bir yandan da çok berrak. Türkiye’deki değişimin şahidi, buna şaşırmıyor. Kurtuluş Savaşı ve sonrasında Türkiye’de kadın olmanın onurunu, gururunu taşıyor. Hatta o zaman kadın mimar olmanın daha kolay olduğunu düşünüyor. İyimserliği hayatının pusulası olmuş. Çünkü hatırladıkları arasında hiç kötü anısı yok. Tamam güzel de kim bu kadın ve hikâyesi ne ya da nereden başlamalı?

Makbule Yalkılday ya da kızlık soyadı ile Makbule Yurtaçan, 1914 İstanbul doğumlu. Dedim ya şu an 97 yaşında. Ben sormadan başlıyor söze “Tüm kıyamet şu, Türkiye’nin ilk kadın mimarı benim, var mı itirazın? Ha benimle birlikte birkaç isim daha var, hepsi de dostlarım. Ne gariptir değil mi kadınlar yaşını bilir ama söylemek istemez, söylemez. Sakın sorma sen de bana. İşte bu da bizim zaafımız”. Fatih’te hatırlıyor çocukluğunu, İsmailağa Camisi’nin ilk halini anımsıyor. Kader ya işte, sonra o camiyi restore edeceğini nasıl bilsin! Sultanselim, Eyüp çocukluğunu geçirdiği yerler, “Eski İstanbul” diyor, “başka bir dünyaydı. Yokuşlu yollarını sevdiğim şehir”. Sonra bir anda İstanbul Kız Lisesi günlerine gidiyoruz, “Her yeri geziyorduk lise yıllarında, İstanbul kazan biz kepçe. Babam ticaretle uğraşıyordu, annem ev hanımı. Çocuk bakmaktan başka bir şey bilmezdi. Çok kardeştik zira, beş kardeş...”

Şimdi de üniversite yılları.... Yalkılday tıbbı sevmediği, sevemediğini söylüyor. Çocukluğunu erkek çocuklarıyla geçirdiğini ve yarı erkek terbiyesiyle büyüdüğünü anlatıyor. Belki de o yüzden tıp yerine rotasını güzel sanatlar akademisine çeviriyor. Küçük kız kardeşinin de ısrarı ile mimarlık okuyor. O an biraz gözleri buğulanıyor ve mezuniyet projesini verdiği güne gidiyor. 10 Kasım 1938... Bitirme projesi için okulda koştururken Dolmabahçe’yi gören öğrencilerin feryadını duyduğunu hatırlıyor. “Feryat vardı çünkü bayrakların yarıya indiğini ilk görenlerdi onlar. Mustafa Kemal’in ölüm haberi benim mezuniyetimdi.”

‘Camileri restore eden bir kadın!’

“Mezuniyet sonrası defterdarlığa aldılar beni. Acayip bir yerdi orası. Dürüst birini arıyorlardı ama bizim meslek de oynak. Yok ki düzgün adam! Benim giriş o giriş, zaten oradan da emekli oldum. Böyle bir ömür bitti işte. Deftarlıkta itibar gördüm, maliye müfettişleriyle birlikteydim. Öyle ki beni paylaşamıyorlardı, teminat gösterdikleri yerlere birlikte gidiyorduk. Ben binaların bedellerini belirliyor ve raporlarını yazıyordum.” Hiç mi zorluk çekmedi? Cumhuriyetin ilk yıllarında kadın bir mimar olarak neler yaşadı kim bilir diye soruyorum. Tuhaf karşılıyor beni. Yalkılday biraz da kızarak “Kadın olarak hiç zorluk çekmedim ama sen de haklısın. Sanırım şimdi bu işler daha zor. O dönemlerde dürüstlüğe çok inanırdık, namazımızdaydık. Haramdan korkardık. Ama şimdiki gibi molla hiç değildik. İsmailağa Camisi bir dönem harabeydi, orayı ben restore ettim. Bir kadın mimar olarak bir camiyi restore ettim düşünsene? Cami restorasyonu için bana gelirlerdi hep. Sayısını ben bile unuttum.”

Bugüne tutunmak zor!

“Bir gün hatırlıyorum da Cağaloğlu yokuşundan iniyordum, bir müteahhit arabasıyla geçerken kornaya bastı, selam verdi ama öyle bir tavırdı ki bu ‘sen bu kafayla daha çok yaya gidersin” diyordu aklınca bana ama işte ben bu kafayla bu yaşıma geldim. Vicdanım rahat ve huzurluyum. Tek sıkıntım hayatım boyunca İstanbul’dan öteye pek geçememem oldu. Tam göremedim memleketi. Bu yaştan sonra imkânsız değil belki ama zor.” Makbule Yalkılday bir asırlık hayatını öyle kısa ve net yerlerden tutup anlatıyor ki “hayat gerçekten kısa” hissine kapılıyor insan dinlerken. Ama sanmayın ki bu bir umutsuzluk, öyle dolu dolu yaşamış ki o, işi artık espriye vuruyor “Nasıl ve ne arada geçti 97 yıl? Hiç fark etmemişim.” Başta dedim ya olsa da acı anıları, olsa da hesaplaşamadığı şeyler fazla dönmüyor onlara. Belki ağırlığından belki de önemsemediğinden kim bilir? Bildiği gibi devam ediyor anlatmaya, “Bizim zamanımızda ailede herkes, tabii işi bilen herkes, elbiselerini, tayyörlerini kendi dikerdi. Mesela ben hiç hazır elbise almadım, öyle gördüm. Çünkü ben dikerdim, biz dikerdik. Sonra bir şapka kalıbım vardı, ona göre şapka ve bere hazırlardım kendime. Emek göstermek, bunlara zaman ayırmak hayatı tatlandıran ayrıntılarıydı. Hanımlık kadınlıktı o günlerde.

Şimdi bakıyorum da hemen geçiyor her şey önümden. Bugüne tutunmak zor o yüzden.”

Tek rüşvetim bir sepet erikti!

Makbule Yalkılday, İstanbul’da pek çok camiyi restore etmiş. Üsküdar’ın tepesinde, Sultantepe de bir camiyi kendi yapmış. “Cami çizen bir mimar hanım var” demelerinin çok keyif verdiğini söylüyor. “Canıma minnetti cami çizmek, çünkü severim ben camileri. Üsküdar’da bir camiyi temelden çizmiştim ama İstanbul’un pek çok camisine elim değmiştir. Hatta unuttum zamanı ve yeri ama bir camiyi restore ederken imam bana bahçeden bir sepet erik yollamıştı teşekkür için. İşte sanırım benim tek rüşvetim o tadı unutulmaz erik olmuştu! Geçenlerde bir camiye gittik, benim çok önceden restore ettiğim bir camiydi bu. İçeride tarikat vardı sanırım. Korumalar, güvenlikler bilmem ne? Yadırgadım çok. Ben şeyh, şıh istemiyordum ki ben bir din adamı arıyordum, hani bilge olanlarından.”

Mustafa Kemal ile aynı havayı soluduğum için şanslıyım

Ekmek karneleri, karartma günleri, iki dünya savaşı, darbeler, şiddet dolu bir Türkiye tarihi. Yalkılday bunlardan payına düşenleri kendine saklıyor ama 1. Dünya Savaşı’nda evlerinin yakınındaki kahveye gelen ihtiyarların tedirgin sohbetlerinden zihnine kazınanları çok iyi hatırlıyor; “Tahta bastonların tıkırtısı arasından gelirdi sesleri ‘bugün düşman nereye girdi?, hangi şehir düştü’ Hep korkardım bunları duyunca, hemen uyumak isterdim. Ama Dolmabahçe’deki bayrak yarıya inene kadar hiç cesaretimi kırmadı. Şimdi bakıyorum da Mustafa Kemal ile aynı şehirde, aynı havayı solumak, o dönemden payıma düşeni almak büyük şansmış”.

Sonunda “Avrupalılaştık”

“Eski coşku, eski heyecan kalmadı artık bu toprakların insanlarında. Bana kalırsa aileler cahil. Çocuklarına bir şey anlatmıyorlar. Zaten çocuklar da okuyup, araştırıp öğrenmenin peşinden gitmiyor. Rüzgâr nereye onlar oraya. Bu dönüşümü görmek keyif vermiyor açıkçası. Bir yandan her düşüncenin sınırında fanatikleşirken öbür yandan da Avrupalılaştık. Yıllardır istediğimiz de bu değil miydi?” İşte böyle sonlandırıyor sohbetimizi Makbule Yalkılday. Çok soru sormadan, onu da fazla yormadan, içinden geldiği gibi anlattıklarından kâğıda dökülenler bunlar. Elbette yazmadıklarımız, yazamadıklarımız da var. Bırakın onlar da bize kalsın. Yalkılday bir daha kanıtlıyor görünenle, gerçeğin farklı olduğunu. Hem, yaşlanmak mı, o da ne? Bizim içimiz şimdiden geçmiş. Rakamlarla yaşanmıyor hayat sonuçta. Yaşın ne önemi var hem? Nasıl olsa biz onu, o bizi tüketiyor. Zaten o da konuşurken hep uzaklara bakıyor gibi. Ya beklediği var ya da onu bekleyenler. Sessiz bir anlaşma bu belli ki.

Dile kolay 97 yıl...

Dünyadaki İlk Kalorifer Tesisatının Kurulu Olduğu Saray, Dünya Kültür Mirası Listesine Hazırlanıyor

Doğubayazıt sancak beyi Çolak Abdi Paşa tarafından 1685 yılında ilçeye 7 kilometre uzaklıktaki sarp kayalıklar üzerine inşa edilen ve 1784 yılında oğlu İshak Paşa döneminde yapımı tamamlanan 116 odalı İshakpaşa Sarayı, türbesi, camisi, surları, avluları, koğuşları, divan ve harem salonları ile her yıl çok sayıda yerli ve yabancı turisti ağırlıyor.

Dünyadaki ilk kalorifer tesisatının kurulu olduğu sarayın, bir süre önce Birleşmiş Milletler Bilim, Eğitim ve Kültür Teşkilatının (UNESCO) ''Dünya Kültür Mirası Geçici Listesi''ne alınmasının ardından, 2000 yılından bu yana devam eden restorasyon çalışmaları da hız kazandı.

İl Kültür ve Turizm Müdürü Muhsin Bulut, AA muhabirine yaptığı açıklamada, İshakpaşa Sarayı'nın UNESCO'nun geçici listesindeki en önemli eserlerden biri olduğunu belirterek, sarayın asıl listeye girebilecek tüm özelliklere sahip bulunduğunu söyledi.

Bakanlık tarafından sarayda 2000 yılından itibaren başlatılan restorasyon çalışmalarının 2012 yılına kadar devam edeceğini vurgulayan Bulut, ''Temel hedefimiz İshakpaşa Sarayı'nı şu haliyle gelecek kuşaklara aktarabilmektir'' dedi.

Bulut, İshakpaşa Sarayı'nın yalnızca Ağrı'nın ve Türkiye'nin değil tüm dünyanın ortak mirası olduğuna, Osmanlı, Fars ve Selçuklu uygarlıklarına ait mimarinin, geçmişle gelecek arasında köprü kurduğuna değinerek, şunları kaydetti:

''Bu saray tüm dünyanın ortak eseridir ve hepimiz için önemli bir kazançtır. Biz de bunu göz önünde bulundurarak sarayın işlevselliğinin artması ve yaşanabilir bir mekan haline gelmesi için çalışıyoruz. Sarayın gelecek kuşaklara sağlıklı bir şekilde aktarılması için ciddi restorasyonlar yaptık. Son 7 yılda bakanlık tarafından sarayın restorasyonuna 12 milyon 761 bin lira harcandı. Ayrıca sarayın tanıtımı için de çalışmalar yürütüyoruz. Yaptığımız tanıtım çalışmaları sayesinde 2011 yılının ilk 6 ayında sarayı 115 bin yerli ve yabancı turist ziyaret etti.''