22 Şubat 2012 Çarşamba

Sultanahmet'teki Otel İnşaatına 51 İmzalı Kınama

Sultanahmet'te tarihi kalıntılar üzerine süren otel inşaatının durdurulması için Bizans tarihi, sanatı, mimarlığı ve arkeolojisi uzmanı öğretim üyeleri 51 imzalı bir metinyayımladı. Sultanahmet'teki otel inşaatı sonucu tarihi duvarların yok olmasını protesto etmek amacıyla bir araya gelen 51 Türkiyeli Bizans uzmanı, yetkilileri ve kamuoyunu Tarihi Yarımada'ya sahip çıkmaya çağırdı. bianet.org'un haberine göre uzmanlar, Sultanahmet Mahallesi, Küçükayasofya Caddesi ve Şifa Hamamı Sokak'ın birleştiği yerdeki inşaat ile ilgili gelişmeleri kaygıyla karşıladıklarını belirtti.

Sadece Türkiye'nin değil dünyanın mirası

Otelin kurulduğu yerin çevresindeki temel kazısında karşılaşılan Bizans ya da Bizans öncesi döneme ait tarihi duvarların yerle bir edildiğini ifade eden öğretim üyeleri, yıkımın raporla tespit edildiğini de kaydetti. Yıkımın, İstanbul Arkeoloji Müzeleri uzmanları tarafından 15 Aralık 2011'de yazılı raporla tespit edilmesine ve durumun gerekli mercilere iletilmesine rağmen Şubat 2012 başı itibarıyla, aynı bölgeye beş katlı yeni bir bina inşa edildiğini aktaran akademisyenler şunları vurguladı:

"Yıkımın 4 Numaralı Koruma Kurulu'nun 0gündemine 18 Ocak 2012 tarihinde, yani bir ay gibi çok geç bir tarihte alınması ve Fatih Belediyesi yetkililerinin iddia ettikleri gibi müteaddit kereler kontrol yapmalarına ve iki kez mühürlemelerine rağmen inşaatın beş katının da bitmiş olması açıklama gerektiren durumlardır."

"8 Şubat 2012 tarihinde Kültür Bakanlığı ve Fatih Belediyesi'nin yeni yapılan binayı yıkma yönünde karar almaları kendi içinde doğru bir karar olsa da yok edilen duvarları geri getirmeyecektir."

"Önce sorunun ortaya çıkmasına katkıda bulunup sonra onu çözmeye çalışmak yerine olası sorunların önlemini baştan almak ilerde başka tarihi eserlerin yok olmasını engelleyecektir."

Tarihi Yarımada, Roma, Bizans ve Osmanlı dönemine tarihlenen yeraltı ve yerüstü kalıntıları ile Dünya Mirası Listesi'nde bulunuyor. Uzmanlar, Bizans ve Osmanlı İmparatorluklarının dini ve siyasi merkezini temsil eden yapıların bulunduğu Sultanahmet bölgesinin çok daha dikkatli bir şekilde korunması gerektiğini belirtiyor ve bölgede yapılacak her türlü inşaat faaliyetinin, yerel yönetimlerin, müzelerin, koruma kurulunun ve akademik çevrelerin çok daha etkin ve bilinçli işbirliği ile denetlenmesi gerektiğinin altını çiziyorlar.

İmzacılar

Ali Tirali, Doktora Öğr., EHESS-Boğaziçi Üniversitesi 
Anestis Vasilakeris, Dr., Boğaziçi Üniversitesi 
Ayça Tiryaki, Yard. Doç. Dr., İstanbul Üniversitesi 
Aygül Ağır, Doç. Dr., İstanbul Teknik Üniversitesi Ayla Ödekan, Prof. Dr., İstanbul Teknik Üniversitesi 
Ayşın Özügül, Yard. Doç. Dr., Uludağ Üniversitesi 
Bedia Yelda Uçkan, Prof. Dr., Anadolu Üniversitesi 
Birsel Küçüksipahioğlu, Doç. Dr., İstanbul Üniversitesi 
Buket Coşkuner, Dr. 
Buket Kitapçı Bayrı, Öğr. Gör. Dr., Bilgi Üniversitesi 
Dirk Krausmüller, Yard. Doç. Dr.,  Mardin Artuklu Üniversitesi 
Ebru Altan, Doç. Dr., İstanbul Üniversitesi 
Ebru Parman, Prof. Dr., Anadolu Üniversitesi 
Ece Turnator, Doktora Öğr., Harvard Üniversitesi 
Elif Keser-Kayaalp, Yard. Doç. Dr.,  Mardin Artuklu Üniversitesi 
Elmon Hançer, Dr. 
Engin Akyürek, Prof. Dr., İstanbul Üniveritesi 
Esra Güzel Erdoğan, Öğr. Gör. Dr., Marmara Üniversitesi 
Fahriye Bayram, Doç. Dr., Pamukkale Üniversitesi 
Ferda Barut, Öğr. Gör., Kapadokya Meslek Yüksek Okulu 
Feride İmrana Altun, Doktora Öğr., Ege Üniversitesi 
Feridun Özgümüş, Doç. Dr., İstanbul Üniversitesi 
Filiz İnan, Öğr. Gör. Dr., Uludağ Üniversitesi 
Gökçen Kurtuluş Öztaşkın, Öğr. Gör., Pamukkale Üniversitesi 
Günder Varinlioğlu, Dr., Dumbarton Oaks Araştırma Kütüphanesi 
Koray Durak, Yard. Doç. Dr., Boğaziçi Üniversitesi 
Kutlu Akalın, Dr. 
Lale Doğer, Yard. Doç. Dr., Ege Üniversitesi 
Melda Ermiş, Ar. Gör. Dr., İstanbul Üniversitesi
Merih Danalı, Doktora Öğr., Harvard Üniversitesi 
Meryem Acara Eser, Dr., Cumhuriyet Üniversitesi 
Mete Mimiroğlu, Doktora Öğr., Selçuk Üniversitesi 
Metin Ahunbay, Prof. Dr., İstanbul Teknik Üniversitesi 
Mine Kadiroğlu-Leube, Prof. Dr. Anadolu ve Çevresinde ORTAÇAĞ'ın editörü 
Muradiye Öztaşkın, Öğr. Gör., Pamukkale Üniversitesi 
Mustafa Daş, Doç. Dr., Dokuz Eylül Üniversitesi 
Nevra Necipoğlu, Prof. Dr., Boğaziçi Üniversitesi 
Nilgün Elam, Öğr. Gör. Dr., Anadolu Üniversitesi 
Nilüfer Peker, Öğr. Gör. Dr., Başkent Üniversitesi 
Nirva Yanıkbaca, Doktora Öğr., İstanbul Üniversitesi 
Örgü Dalgıç, Dr., Amerikan Katolik Üniversitesi 
Paul Magdalino, Prof. Dr., Koç Üniversitesi 
Scott Redford, Prof. Dr., Koç Üniversitesi 
Sema Doğan, Prof. Dr., Hacettepe Üniversitesi 
Suna Çağaptay, Yard. Doç. Dr., Bahçeşehir Üniversitesi 
Şahin Kılıç, Ar. Gör. Dr., Uludağ Üniversitesi 
Turhan Kaçar, Prof. Dr., Pamukkale Üniversitesi 
Yalçın Mergen, Öğr. Gör. Dr., Dokuz Eylül Üniversitesi 
Yaman Dalanay, Doktora Öğr., Oxford Üniversitesi 
Yasemin Bağcı, Doktora Öğr., Amsterdam&Leiden Üniversitesi 
Zeliha Demirel Gökalp, Yard. Doç. Dr., Anadolu Üniversitesi 
Zeynep Ahunbay, Prof. Dr., İstanbul Teknik Üniversitesi


http://www.yapi.com.tr/Haberler/sultanahmetteki-otel-insaatina-51-imzali-kinama_90835.html

21 Şubat 2012 Salı

Tarihi Tekel binası butik otel oluyor

Tekel'in tarihi Başmüdürlük binasını 20 milyon 5 bin TL'ye satın alan Terhan Demir Pazarlama AŞ, zemin etüdü ve proje çalışmalarını başlatırken binanın restorasyonunu ise Tarihi Havagazı Fabrikası projelerini hazırlayan Yücesoy Mimarlık gerçekleştirecek.
Firma sahibi Özcan Terhan, binanın restorasyon, resütasyon ve röleve çalışması için Tarihi Havagazı Fabrikası'nın projelerini hazırlayan Yücesoy Mimarlık firması ile anlaştıklarını, dünden itibaren bina ile ölçüm ve incelemelere başlandığını anlattı.
 

Efes Antik Kenti Alan Yönetimi Ekibi Belli Oldu

Dünyaca Ünlü Efes Antik Kenti’nin UNESCO Dünya Miras Listesi’ne girmesinin ana koşullarından biri olan “Alan Yönetimi”nin kurulması ve “Yönetim Planı”nın hazırlanması çalışmaları devam ediyor.
Efes Alan Yönetim Planı çerçevesinde Selçuk Belediye Başkanlığı ve Kültür ve Turizm Bakanlığı arasında imzalanan protokol gereğince Selçuk Belediyesi Efes Alan Yönetim Başkanını ve Danışma Kurulu üyelerini belirleyerek Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bildirdi.
ÇEKÜL Vakfı Batı Anadolu Koordinatörü Emin Başaranbilek’in de Danışma Kurulun’da yer aldığı Alan Başkanlığı’na Efes Müze Müdürü Cengiz Topal getirilirken, Danışma Kurulu Üyeleri Selçuk Belediye Başkanı Hüseyin Vefa Ülgür, Avusturya Arkeoloji Enstitüsü Başkanı Doç. Dr. Sabine Ladstatter, Ayasuluk Kalesi ve St. Jean Kilisesi Kazı Başkanı Yrd. Doç. Dr Mustafa Büyükkolancı, Mimarlar Odası İzmir Şubesi Başkanı Hasan Topal, Efes Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi Yasemin Pirinçcioğlu, YTÜ Mimarlık Fakültesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü Öğretim Görevlisi Prof. Dr. İclal Dinçer, İYTE Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümü Öğretim Görevlisi Yard. Doç Dr. Zeynep Aktüre, Ege Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Coğrafya Bölümü Öğretim Görevlisi Prof. Dr. İlhan Kayan, DEÜ Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Görevlisi Yard. Doç Dr. Akın Ersoy, Selçuk Belediyesi Kültür ve Eğitim Müdürü Mimar Müge Kılınç, Selçuk Belediyesi Arkeologlarından Yusuf Yavaş, DEü Mimarlık Fakültesi, Şehir Bölge Planlama Bölümü Öğretim Görevlisi Prof Dr. Emel Göksu ve Efes Müzesinde görevli Arkeolog Halil Bölge’den oluştu.

Danışma kurulu Şubat ayında toplanıyor
Selçuk Belediyesi tarafından belirlenen Alan Başkanı ve bazı Danışma Kurulu Üyeleri geçtiğimiz günlerde Selçuk Belediyesi Encümen salonunda bir araya gelerek Şubat ayında yapılacak Efes Alan Yönetimi Danışma Kurulu toplantısında görüşülecek gündem maddelerini belirledi.
Yapılacak toplantıda Efes Alan Yönetimi ofisi ve görevlileri ile ilgili detayların netleştirilmesi, Eşgüdüm ve Denetleme Kurulu ve İcra Kurulu üyelerinin belirlenmesi, Alan Yönetimi ve Danışma Kurulu’nun çalışma yönergesinin hazırlanması, Alan Yönetimi Çalışma program ve planının öncelik sıralamasının yapılarak takvimlendirme ve bütçelendirme çalışmasına başlanması, Alan Yönetimi Başkanı ile Belediyenin ve diğer paydaşların görev ve sorumlulukları ile işbölümü kapsamlarının tespit edilmesi gibi konular görüşülecek.
Selçuk Belediyesi, Bakanlık, Müze, Sivil Toplum Kuruluşları temsilcilerinden ve bilim çevrelerinden oluşturulan, kurulun senede birkaç kez toplanacağını belirten Selçuk Belediye Başkanı Hüseyin Vefa Ülgür, “Danışma Kurulu, Efes’te her yıl nelerin yapılması gerektiğini, bu alanların nasıl korunması, nasıl tanıtılması, kaynaklarının nasıl kullanılması gibi konularda önermeler yapacak “diyerek Belediye yönetimi olarak Kültür varlıklarının korunması ve geleceğe aktarılmasına büyük önem verdiklerini dile getirdi.
Efes ile ilgili yıllardır süre gelen problemleri çözümlemek adına Selçuk Belediyesi ilk olarak Alan Yönetim Planına altlık oluşturacak yıllardır yapılamamış Sayısal Harita ve Efes Koruma Amaçlı Nazım İmar Planını yaparak Efes Antik Kenti’nin gerçek sınırlarını belirledi. Selçuk Belediyesi daha sonra Efes Alan Yönetim Planının hazırlanması çalışmaları kapsamında, Selçuk’ta, 13 Ağustos 2009, 23 Ekim 2009 tarihlerinde bölge halkı, kamu kurum ve kuruluşları ile sivil toplum kuruluşlarının katılımıyla toplantılar düzenlemiş, 23-24-25 Haziran ve 27 Temmuz 2011 tarihlerinde ise “Yönetim Planı Geliştirme Çalıştayları” gerçekleştirdi.
Selçuk’tan yerel paydaşların yanı sıra Türkiye’nin dört bir yanından koruma uzmanları ve akademisyenler ile kamu, özel sektör, sivil toplum örgütleri temsilcilerinin bir araya geldiği çalıştaylarda, katılımcı yöntemlerle Efes, Selçuk ve çevresinin koruma, işletme, planlama, projelendirme, yenileme, işlevlendirme, kaynak oluşturma gibi sorunları ele alınarak, senaryo ve vizyon geliştirme çalışmaları yapılmış, temel öncelik alanlarında strateji, hedef, politika ve eylemler belirlenmeye başlandı. Dünyanın en önemli kültür varlıklarından birisi olan Efes Antik Kenti için yapılan bu çalışmaların sonucunda; UNESCO’nun uluslararası koruma perspektifiyle uyumlu, yerel, yönetsel, ekonomik ve bilimsel özerklik çerçevesinde süreklilik gösteren, koruma-kullanma-gelişme dengesini sağlayacak Alan Yönetimi kurulmuş olacak.

Kaynak Çekül Vakfı



http://www.mo.org.tr/index.cfm?sayfa=belge&sub=detail&bid=2&mid=2&tip=0&Recid=14321

Europa Nostra ve ICOMOS’tan Taksim için Uyarı

Taksim Platformunun Taksim Meydanı ile ilgili olarak planlanan yeni düzenlemeler konusunda başlattığı tartışmaya paralel olarak Europa Nostra Türkiye ve ICOMOS Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi Türkiye Milli Komitesi de ortak bir duyuru yayınlayarak yerel yönetimler ve koruma kurullarını şeffaf olmaya, katılımcı planlama süreçlerini hayata geçirmeye  ve bu konuda duyarlılık gösteren kurum,kuruluş ve sivil toplum örgütlerini Beyoğlu ve Taksim Meydanı konusundaki gelişmeler için kamuoyu oluşturmak üzere ortak davranmaya davet ettiklerini ifade ettiler.
Ortak metne imza atan ICOMOS ve Europa Nostra, ilki dünyadaki, ikincisi ise Avrupa ülkelerindeki kültürel mirasın korunması amacıyla oluşturulmuş ve her ülkede alt örgütleri olan, bu konuda uzun yıllardır çalışmakta olan hatırı sayılır iki örgüt. 1965 yılında dünyadaki koruma uzmanlarını bir araya getirerek dünya mimarlık mirasının korunması için çeşitli faaliyetler yürütmek üzere kurulmuş olan ICOMOS’un 110 ülkedeki ulusal komitesi gibi ICOMOS Anıtlar ve Sitler Konseyi Türkiye Milli Komitesi de aynı amaç çerçevesinde Türkiye’de çalışmalarını sürdürüyor. Avrupa’daki kültürel mirasın korunması amacıyla kurulmuş olan Europa Nostra organizasyon ağı içinde yer alan, 2010 yılında İstanbul’da faaliyete başlayan Europa Nostra Türkiye ise çeşitli uzman kişi ve kuruluşun katılımı ile Türkiye’deki kültürel mirasın  korunması konusunda faaliyet gösteriyor.
Benzer amaçla çalışan bu iki örgüt yayınladıkları ortak metinde, Beyoğlu Koruma Amaçlı İmar Planı ile birlikte oluşmaya başlayan Tarlabaşı ve İstiklal Caddesindeki  değişimin ve Taksim Meydanının Yayalaştırma Projesinin tarihi kentsel dokuyu ve peyzajı geri dönülmez biçimde olumsuz yönde etkileyerek yok etmeye dönük bir girişim olduğunu, Tarlabaşı yenileme projesi, Emek Sineması, Taksim Gezisinin yok edilip Topçu Kışlasının inşa edilecek olması, dalış tünelleri ile koparılan meydan-yaya ilişkisi gibi konulardaki kararların tarihi dokuyu zedeleyecek yönde olumsuzluklar içerdiğini belirtiyorlar. Kamusal nitelikli kararların çok odaklı, paydaşların görüşlerinin alındığı ve bilgilendirildiği, katılımına açık modelleri uygulayarak almak gerekliliğine de işaret ediyorlar.
ICOMOS tarafından 1987 yılında, Washington’da kabul edilen ‘Tarihi Kentlerin ve Kentsel Alanların Korunması Tüzüğü’nün bir maddesi kamusal alanların planlanmasına ilişkin sürecin doğru tanımını açık bir biçimde belirtiyor.   “Koruma programının başarısı, kentlilerin katılımı ve görev almalarıyla mümkün olabilir; bu nedenle halkın katılımı desteklenmelidir. Tarihi kentlerin ve kentsel alanların korunması öncelikle orada yaşayanları ilgilendirir.” UNESCO’nun danışman kuruluşu olan ICOMOS ile Türkiye kültürel mirasının koruyucusu Europa Nostra Türkiye’nin Beyoğlu ,Taksim Meydanı ve planlama sürecine ilişkin görüşlerini ayrıntılı olarak ifade eden ortak duyurusu şöyle:
“ICOMOS – Türkiye ve Bizim Avrupa – Europa Nostra Derneği, Beyoğlu, İstiklal Caddesi, Taksim ve Tarlabaşı’nda gündemde olan planlar, büyük kentsel projeler ve diğer uygulamalar hakkında aşağıdaki görüşleri kamuoyu ile paylaşmayı görev sayar ve başta Beyoğlu Belediyesi ve İstanbul Büyükşehir Belediyesi olmak üzere ilgili kamu kuruluşlarını bu projeleri, paydaşlarla birlikte tekrar gözden geçirmeye davet eder. İstanbul’da son on yıldır kültür mirasının yoğunlaştığı alanlar ve özellikle bu alanlardaki kamusal mekânlar üzerinde sürdürülen baskılar artmakta, gayrimenkul değerleri yükselmekte ve büyük kentsel projeler tarihi kent merkezlerini kimliksizleştirmektedir. Beyoğlu’nun 1980’lerden itibaren içine girdiği dönüşüm süreci 2000’li yıllarla birlikte hız kazanmıştır. Bölgede yürürlüğe giren planlar, gerçekleşmekte olan büyük kentsel projeler ve diğer uygulamalar Beyoğlu’nu İstanbul’un tüm kesimlerinin kullanımına açık büyük kamusal mekân kimliğinden uzaklaştırmakta, özelleştirerek kullanıcı çeşitliliğini daraltmakta ve turistikleştirerek ıssızlaştırma riski taşımaktadır.
Bunun ipuçlarını birbirini tamamlayan plan, proje ve uygulamalarda görmek mümkündür:
- Beyoğlu Koruma Amaçlı İmar Planı kararları, plan notları Beyoğlu’nda ticaret, turizm, eğlence alanı işlevlerini teşvik etmektedir.
- İstiklal Caddesi üzerinde geliştirilmekte olan AVM (alışveriş merkezi) anlayışının ve büyük mağazaların gelecekteki Beyoğlu için taşıdığı anlam anlaşılamamaktadır. Beyoğlu’nun kimliğini ve “soyut kültür mirası”nın bir bölümünü oluşturan yerli esnaf, korunamama tehlikesiyle karşı karşıyadır.
- Tarlabaşı’nda derinden sürdürülen yenileme projesinde bu bölgelerin içine kapalı konut alanları olarak düzenlendiği, kültür mirası sivil yapıların yıkılarak, konut ve AVM’lerin yapılacağı projenin başlangıcında beyan edilmiştir.
- Araç ve yaya trafiğini rahatlatacağı gerekçesiyle hazırlanan 98 bin metrekarelik Taksim Meydanı yayalaştırma projesi, çok büyük bir kentsel müdahaledir ve özellikle dalış tünelleriyle mevcut yol-bina ilişkisini kopararak, bölgenin “tarihi kentsel peyzajını” yok edecektir. Bu büyük boşluğun anlamı, ne amaçla kullanılacağı, neye ve kimlere hizmet edeceği anlaşılamamaktadır.
- Taksim Topçu Kışlası’nın yeniden inşası fikri, geniş kamu kesimlerinin ücretsiz olarak kullandığı kentsel açık bir mekânı; Taksim Gezi Parkını herkesin giremediği kapalı bir mekâna dönüştürecektir. 20. yüzyıl şehircilik düzenini yok sayan bu müdahale, tarihi geri döndürmek isteyen sürrealist bir davranıştır. Cumhuriyet döneminin yeni şehir düzenleme anlayışının bir yansıması olan 2 no.lu parkın yok edilmesi İstanbul için kayıp olacaktır. Şehir yaşayan bir organizmadır ve yakın çevre parkın var olduğu bir düzende biçimlenmiştir. Böyle bir yeniden canlandırmanın koruma literatüründe savunulabilir bir yönü yoktur.
- AKM’nin restorasyonunun hala gerçekleştirilememesi ve Emek sineması için geliştirilen “proje” Beyoğlu’nun geleceğinde kültür mekânlarının yerinin ve niteliğinin ne olacağı konusunda olumlu ipuçları vermemektedir.
Kararların içeriği dışında, konunun ikinci önemli boyutu; plan ve proje üretme süreçlerinin şeffaf olmaması; katılım ve bilgilendirme süreçlerinin ise uygulanıyormuş gibi gösterilerek geçiştirilmesidir. Yapıldığı söylenen bilgilendirme toplantıları kararlar alındıktan sonra gerçekleşmekte, ilgili tüm paydaşlar davet edilmemekte, sınırlı ve eksik bilgi verilmekte, paydaş görüşleri hiç dikkate alınmamaktadır.
Oysa çağdaş yaklaşımlar, kamusal nitelikli müdahalelerin çok işlevli ve çok odaklı olarak planlanması gerektiğini kabul etmektedirler. Ülkeler planlama anlayışlarını bu yönde yenilemekte, yeni kavramları yerleştirmeye çalışmaktadırlar. Bu kapsamda fikir üretiminin fiziki mekân düzenlemesiyle sınırlı bir perspektif içinde hazırlanması yerine, bağımsız katılımın sağlandığı, deneyselliğin, çoğulculuğun gözetildiği yöntemlerin geliştirilmesi gerekmektedir UNESCO’nun danışman kuruluşu ICOMOS ve Türkiye Kültür Mirasının sesi olma misyonunu üstlenmiş olan Bizim Avrupa – Europa Nostra Derneği, Beyoğlu’nda yaşanmakta olan bu sürecin ve ilgili projelerin toplumun ve geniş kamu kesimlerinin yararına olacak şekilde yeniden gözden geçirilmesi gerektiği inancındadır.
Bu ortak duyuruyla, söz konusu proje ve uygulamalarla ilgili olan kuruluşları daha şeffaf ve açık olmaya, gerçek “katılımcı planlama” sürecini uygulamaya ve aynı düşünceleri paylaşan tüm kurum ve kuruluşları, sivil toplum örgütlerini etkili bir kamuoyu oluşturmak üzere bir araya gelmeye davet ediyoruz.”

http://www.mo.org.tr/index.cfm?sayfa=belge&sub=detail&bid=2&mid=2&tip=0&Recid=14322

8 Şubat 2012 Çarşamba

İstanbul'da Unutulmuş Bir Endüstri Yapısı: Unkapanı Değirmeni

Unkapanı Değirmeni İstanbul’da 19.yy.da yapılan endüstri yapılarından bu gün işlevini kaybeden, boş ve bakımsız kalarak hızla harap olan yapılardan biridir. Bu yazı da, her geçen gün biraz daha yok olan Unkapanı Değirmeni’nin bir gün korunacağı umut edilerek yazılmıştır. Endüstri arkeolojisi kavramının ortaya çıkışı yirminci yüzyılın ikinci yarısına rastlar. Bu kavram, endüstri çağında üretim – imalat yapılan yapılarını ve aletleri çağrıştırsa da, aslında tüm dönemlerdeki donanımları içerir. Endüstri arkeolojisi kapsamındaki tüm kaynaklar, endüstri mirasını oluşturur. Bu mirasın gelecek kuşaklara aktarılabilmesi, ancak yapıların uygun bir işlevle kent hayatına kazandırarak ve özgün kimliklerini korumayla sağlanabilir. Endüstri mirası olarak elde bulunan kaynaklar çok geniş fakat çok parçalıdır. Bunun nedeni de endüstri uygarlığının kendisini değiştirme gayreti ve bütünleşmiş bir işletme stratejisi olmayışıdır. Endüstriyel miras kapsamında yer alan kaynaklar genel olarak sınıflandırılırsa, taşınır kültür varlıkları olarak nitelendirilen aletler ile taşınmaz kültür varlıkları olarak nitelendirilen yapılar ve endüstriyel peyzajlardır.


19.yy şehir haritası üzerinde işaretlenmiş olarak Unkapanı Değirmeninin konumu.

Türkiye’de bilinçsizlik ve yanlış koruma çalışmaları nedeniyle, tarihi endüstri yapıları birer birer yok olmaktadır. Birçok endüstri yapısı teknolojinin gelişmesi ve yeni fabrikaların kurulmasıyla işlevini kaybederek yıkılmaya bırakılmıştır. 1970’lerden itibaren bu yapılar, endüstri mirası olarak kabul edilmeye başlanmış ve koruma kapsamına girmiştir. Batılılaşma devrinde inşa edilen endüstri yapıları, o dönemin teknolojisini ve ekonomik düzenini aktarması, toplumun yaşadığı belirli bir süreci yansıtması açısından büyük bir öneme sahiptir. Bugün harap ve bakımsız olan ve hatta çok az bir kısmı ayakta kalan sanayi yapıları mümkün olduğunca korunmalıdır. Endüstri yapıları hakkında çok fazla bilgi bulunmadığı için bu yapılardan birinin bile belgelenmesi önemlidir.


Unkapanı Değirmeni
Unkapanı Değirmeni 19.yy.ın sonlarında inşa edilmiş ve günümüze kadar çeşitli nedenlerle oluşan bozulmalar ve onarımlar sonucu değişerek gelmiştir. Unkapanı semti adını “un” ve Osmanlılar Dönemi’nde kullanılan bir çeşit tartı aleti olan, toptan satış yapılan yer anlamına da gelen “kapan” kelimelerinden almıştır. Semte “Unkapanı” denilmesinin sebebi ise, İstanbul’a tahıl getiren gemilerin yüklerini Unkapanı’na boşaltılmasıdır. Bizans döneminden beri Unkapanı bölgesi buğday ticaretinin yapıldığı yer olarak gelişmiş, İstanbul’un en önemli ticaret merkezlerinden biri olmuştur. Bu kadar çok buğday ticaretinin yapıldığı Unkapanı’nda birçok değirmen ve fırın kurulmuştur. 1840’lı yıllara kadar İstanbul’da çoğunlukla rüzgar, su ve at ile çalışan değirmenler kullanılmışken, bu yüzyılın sonunda bu değirmenler yerlerini buharla ve elektrikle çalışan yeni tesislere bırakmıştır. Bu büyük tesislerden biri de Unkapanı’nda kurulmuş olan “Unkapanı Değirmeni”dir.


Unkapanı Değirmeni’ne ait bulunan en eski dokümanlar 1912 tarihli şehir haritaları ve aynı dönemde Ekrem Hakkı Ayverdi tarafından çizilen haritalardır. Her iki haritada da yapının planı ayrıntılı olarak belirtilmiş ve “Beylik Değirmeni” olarak adlandırılmıştır. 1930 tarihli J. Pervititch haritalarında da Unkapanı Değirmeni’nden “Belediye Değirmeni” olarak söz edilir.
1870 yılında yapım izni çıkan Unkapanı Değirmeni’nin bu dönemde yapılmış diğer değirmenlere göre oldukça büyük olduğu ve birçok binadan oluştuğu görülür. 1940 yılında devlet tarafından satılmış ve yeniden özel mülkiyet tarafından işletilmiştir. Bu dönemde yangın geçirmiş ve daha sonra Umumi Mağazalara satılmıştır. İstanbul Manifaturacılar Çarşısı yapımı sırasında, değirmen yapısı yıkılmıştır. 1980’li yıllarda yapılan ihale ile Unkapanı Değirmeni’ni, Ticaret Borsası satın almış ve otopark olarak kiraya vermiştir.


Unkapanı Değirmeni’nin 4 giriş kapısı vardır. Unkapanı Limanı’na gelen buğday, değirmeninin kuzeydoğu cephesine bakan kapıdan (K02) içeri girer ve içeride bulunan dekovil aksıyla taşınarak depolara getirilir. 19.yy. sonu Unkapanı Değirmeni’nin fotoğrafı ile J.Pervititch ve şehir haritalarında Unkapanı Değirmeni kompleksinde, değirmen binası, depo binaları, fırın, yatakhane binası, dükkanlar, bacalar ve sarnıç açıkça görülmektedir.
Değirmen:
Depolar:
Fırın:
Yatakhane:
Lojman:

Sinema:
Bacalar:
Servis:
Yukarıda bahsedilen yapılardan günümüze kadar ayakta kalmayı başaran çok azdır. Unkapanı Değirmeni kompleksinde bulunan esas değirmen binası günümüzde mevcut değildir. Unkapanı Değirmeni’nin bugünkü durumuna baktığımızda, tümüyle yok olan bölümlerin yanı sıra, mekan, cephe, strüktür ve malzemede görülen bozulmaları da görebiliriz. Sonuç olarak günümüze kadar değirmen kompleksinde bulunan yapılardan sadece sinema ve servis binasının tamamı, fırın binasının üç duvarı, depo ve yatakhane binasının duvarları ile lojman binasının bir bölümü gelebilmiştir.


Kariptaş'ın röleve ve restitüsyon çalışması.


Kariptaş tarafından önerilen yeniden işlevlendirme şeması.

Geçmiş tarihimizi ve kültürümüzü yansıtan, bir dönemin değirmen yapıları hakkında bize fikir veren Unkapanı Değirmeni’nin yeni kullanımına ilişkin çalışma yapılırken dikkat edilecek ilk şey binanın özgün kimliğinin mümkün olduğunca korunması ve o binaya ait özelliklerin vurgulanmasıdır. Cepheleri özgün olarak korunan yapının içinde, yeni işlevin gereği olan bazı değişiklikler ve ekler yapılması kaçınılmazdır. Ancak yapının çevrede bulunan okullara ve iş merkezlerine olan yakınlığı, yeni kullanıma ilişkin önerilerde bulunurken etkili olmalıdır. Zaten Unkapanı Değirmeni için Yapı Merkezi tarafından hazırlanan Unkapanı Borsa-Kültür ve İş Merkezi Projesi adı altında bir proje bulunmaktadır.

Bu yazı yazarın “İstanbul’daki Osmanlı Dönemi Değirmenlerinin Mimari Açıdan İncelenmesi Ve Unkapanı Değirmeni’nin Günümüz Şartlarında Değerlendirilmesi” isimli tez çalışmasından oluşturulmuştur.
Tüm çizimler Füsun Seçer Kariptaş tarafından yapılmıştır.



http://www.mimarizm.com/Disses/Detay.aspx?id=1204
Günümüze kadar korunmuş olan tek katlı bir yapıdır. Bugün büfe ve kahvehane olarak kullanılmaktadır.



Kariptaş'ın röleve çalışmaları.
Değirmenin iki bacasından biri tamamen, diğerinin ise bir kısmı yıkılmıştır.
Günümüze kadar oldukça iyi halde korunarak gelmiş bulunan sinema binasının cephesindeki sıvalar dökülmüş, kapı ve pencere doğramaları yok olmuştur.
Unkapanı değirmenine sonradan eklenen bir de lojman binası bulunmaktadır. Üç katlı beşik çatılı lojman binasının cephesi Unkapanı Değirmeni Sokağına bakmaktadır. Binanın zemin katında değirmenin ana giriş kapılarından biri bulunmaktadır. Değirmen kompleksinin kuzeyinde bulunan üç katlı lojman binasının kuzeybatı cephesi İstanbul Manifaturacılar Çarşısı Blokları yapımı sırasında yıkılmıştır.
Kompleksin güneydoğusunda kalan iki katlı binanın zemin katı depo, üst katı yatakhane olarak kullanılmaktadır. Bu binada sarnıç ve birde baca bulunmaktadır. 1930 tarihli J.Pervititch haritasında baca ve sarnıç açıkça görülebilmektedir. Depo ve yatakhane binasının önünden üstü sundurmayla örtülmüş dekovil hattı geçmekte, öğütülen un bu dekovil hattı sayesinde taşınarak depolandığı sanılmaktadır. Diğer depo binası fırın binasının yanında bulunan depo ve idare olarak kullanılan binadır.
Tek katlı fırın binası, kuzeydoğu-güneybatı doğrultusunda uzanan, üç bölümden oluşan, kare şeklinde yaklaşık 1000 metrekare büyüklüğünde bir binadır. Üç bölümden oluşan binanın orta bölümü depo ve servis binalarıyla, kenarda kalan bölümleri ise avluyla bağlantılıdır. Fırın binasında bulunan baca nedeniyle burada pişirme işleminin yapıldığı tahmin edilmektedir. Bir bölümü ayakta kalmayı başarmış fırın binasının güneydoğu duvarının tamamı ile güneybatı ve kuzeydoğu duvarlarının bir bölümü mevcuttur. Binanın diğer duvarları, döşemesi ve çatı örtüsü yok olmuştur.

Değirmen binasının yanında iki ve dört katlı iki adet ek yapı ve bir fırın binası vardır. Depo binası olarak kullanılan bu yapılarda değirmen binası gibi, almaşık tuğla duvarlı, üçgen alınlıklı ve beşik çatılı binalardır. Çoğu yok olmuş depo binalarından yalnızca kuzeybatı cephesindeki binanın duvarları ayaktadır.
Kompleks içindeki esas değirmen binası 19.yy. sonlarında İstanbul’da yapılan ve buharla çalışan diğer değirmen yapılarında olduğu gibi, beş katlı, beşik çatılı ve üçgen alınlıklıdır. Değirmen binasının bulunduğu yerde bugün İstanbul Manifaturacılar Çarşısı Blokları bulunmaktadır.

Tarihi sarayı kepçeyle yıktılar!


İstanbul Sultanahmet'te Bizans Büyük Saray'a ait olduğu düşünülen tarihi yapı iş makineleri ile yerle bir edildi. Yerine de 5 katlı otel inşa edildi. İnşaat alanını tahta paravanlarla kapatan inşaat sahipleri İstanbul Arkeoloji Müzesi uzmanlarına yakalandı.

Radikal gazetesinden Ömer Erbil ve CNN TÜRK kameramanı Onur Özel'in haberine göre Sultanahmet’te 1. Derece Koruma Bölgesi içinde yer alan, kentsel ve arkeolojik sit alanı içindeki Bizans Büyük Saray’a ait olduğu düşünülen tarihi yapıyı iş makineleriyle yerle bir edip yıktılar. Yerine beş katlı otel diktiler. Bu sırada durumu fark eden uzmanların İstanbul 4 Numaralı Koruma Kurulu ile Fatih Belediyesi’ne yaptığı bilidirim sonuç vermedi. Koruma Kurulu bir ay sonra inşaatın durdurulması yönünde karar aldı. Bir ay içinde inşaat beş kat yükseldi, çatı aşamasına geldi. 
Sultanahmet Mahallesi 98 ada 1,2,22 ve 33 parselde yer alan inşaat, arkeologlara göre Bizans Büyük Saray’ın üstüne yapıldı. İki parsel yanında, Sultanahmet Eresin Otel’in altında da benzer kalıntılar inşaat sırasında çıkmış, otel sahipleri bu kalıntıları koruma altına alarak müzeye çevirmişti.
‘Güçlendirme’ izniyle

Sultanahmet Küçükayasofya Caddesi üzerinde 1 ve 2. parseli korunması gerekli kültür varlığı olarak tescil edilen, diğer parselleri de 2. derece korunması gerekli kültür varlığı olan yapılar bir gecede yıkıldı. Ancak yıkımdan önce Fatih Belediyesi’nden güçlendirme izni alındı. İnşaat yapılacak alanın etrafı suntadan tahta paravanlarla kapatıldı. İçeride ne olup bittiğinin görünmemesi için küçük bir delik bile bırakılmadı. Ardından önce tarihi binalar yıkıldı. Temele kadar inildi. Altta Bizans Büyük Saray’a ait duvar kalıntıları ve tarihi yapılar çıktı. Bunlar da iş makineleri ile yıkıldı. Tüm bunlar olup biterken ne Büyükşehir ne de Fatih Belediyesi’nden bir yetkili uğradı. Temel betonlarının bir kısmı atılıp tarihi duvarların iş makineleri ile yıkıldığı sırada çevredeki işyeri sahiplerinden şikâyet geldi. İstanbul Arkeoloji Müzesi uzmanları adrese gittiklerinde gördükleri manzara karşısında şaşkına döndü. Bizans Büyük Saray’a ait olduğunu düşündükleri 4 metre genişliğinde yaklaşık 10 metre yüksekliğindeki tarihi duvarlar yerle bir edilmişti. Uzmanlar, bunu yapmalarının yasak olduğunu ve inşaatı durdurmaları gerektiğini söyledi. ama gözlerinin önünde yıkım devam etti.
1 ay sonra karar alındı

Geçen 15 Aralık günü tespit edilen bu durum, İstanbul 4 Numaralı Koruma Kurulu’na, Fatih Belediye Başkanlığı’na ivedilikle bildirildi. Koruma Kurulu bu şikâyeti tam 1 ay sonra gündeme aldı. 18 Ocak 2012 tarihli Koruma Kurulu kararında şöyle denildi: “Açığa çıkan tarihi duvar kalıntılarının İstanbul Arkeoloji Müzeleri Müdürlüğü’nce kalıntı rölevesinin ve niteliğini açıkça belirten raporun hazırlanarak kurulumuza iletilmesine, söz konusu alanda her türülü inşai faaliyetlerin ivedi olarak durdurulmasına, 1 ve 2 parsellere ait güncel röleve, restitüsyon ve restorasyon projelerinin kurulumuza iletilmesine karar verildi.”
5 yıla kadar hapis

Koruma Kurulu inşaatın durdurulmasını istemişti ama inşaatın 5 katı da bitmiş, çatısı yapılıyordu. Kurulun rölevesini istediği tarihi duvarlar da hafriyat oldu. 2863 sayılı yasanın 65. maddesi a fıkrasında şöyle diyor: “Korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının yıkılmasına, bozulmasına, tahribine, yok olmasına veya her ne suretle olursa olsun zarara uğramalarına kasten sebebiyet verenler iki yıldan beş yıla kadar hapis ve beş bin güne kadar adli para cezasıyla cezalandırılır.”
Bir şeyler döndü ama ne!

Bir kurul yetkilisi şunları söyledi: “Tarihi yarımada bütününde yapılaşma ve araştırma için yapılacak temel kazıları müze denetiminde olmalıydı. Ancak belediye haber bile vermedi. Belli ki inşaatı yapanlara arka çıkılıyor. Kurulun gündemine geç alınması da şüpheli. Çünkü geçen yıl nisan ayında bir karar aldık. Bu tür acil durumlarda faksla ya da telefonla gelen ihbarlar karşısında kurul toplanana kadar inşaatın durdurulmasına karar vermiştik. Bir şeyler döndü ama ne olduğunu anlamış değilim. Belediye de kurul yöneticileri de bu durumdan mesuldür.”
 
‘Dehşete kapıldım, bu bir vandalizm’

Arkeologlar Derneği İstanbul Şube Başkanı Doç. Dr. Necmi Karul: “Dehşete kapıldım. Bu bir vandalizm. Belli ki bir yapı kompleksine ait duvar kalıntıları. Saraya ait bir yapı gibi görünüyor. Gözümüz gibi baktığımız tarihi yarımadada bu nasıl yapılır? Belediye nerde? Koruma Kurulu nerde? Hiç kimse görmemesi ilginç. Arkası oldukça sağlam biri olmalı. 2863 sayılı yasa hapis cezası öngörürken bu nasıl bir cüret? Ancak yasa var ama kâğıt üzerinde, uygulayacak yönetici yok! Fourseasons otel daha önce Bizans Sarayı üzerine yapıldı. Buradan cesaret alıyorlar.”


Kaynak: CNNTURK

http://bighaber.com/haber/tarihi-sarayi-kepceyle-yiktilar-1417470.html
 

İşte Haydarpaşa'nın yeni hali

Haydarpaşa'yla ilgili imar planında tarihi gar 'kültürel tesis turizm ve konaklama alanı' olarak ayrıldı. Garda tren seferleri sürecek.

Haydarpaşa Gar, Liman ve Geri Sahası Koruma Amaçlı Nâzım İmar Planı İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Meclisi'nde onaylandı. Radikal, askıya çıkmayı bekleyen planın detaylarında çarpıcı bir bilgiyi fark etti.

Yıllardır "Otel olacak mı olmayacak mı" diye çok tartışılan tarihi gar binası plana göre 'Kültürel Tesis, Turizm Konaklama'' alanı olarak ayrıldı.

Plana uygun proje de hazırlandığında 1 milyon metrekarelik 'Haydarpaşa Port'ta Harem Otogarı'ndan Kadıköy Moda'ya kadar olan kısım dev bir turizm ve ticaret merkezi haline gelecek. Haydarpaşa'ya yeni bir kruvaziyer limanın yanı sıra, alan içerisine toplam 4 adet de dini tesis yapılacak. 941 bin metrekarelik alanın 817 bin metrekaresine inşaat yapma serbestliği getirildi.

Gökdelen yok
8 yıl önce Haydarpaşa'ya 7 gökdelen yapılacak söylentileriyle gündeme gelen ancak zaman içerisinde çeşitli değişikliklere uğrayan 'Haydarpaşa Port' projesi tamamlandı. Projede son yapılan değişikliklere göre mevcut gar binasının giriş katı, demiryolu ulaşım hizmetleri vermeye devam edecek. Ancak üst katlarda TCDD'nin kullandığı ofisler, müze, konser, sergi ve kültürel tesis ve konaklama olarak hizmet verecek.

Projede 'konaklama' diye geçen yerler 'otel' olacak. Alanın çeşitli yerlerine 4 adet dini tesis yapılacak. Bu tesislerin toplam alanı ise yaklaşık 15 bin metrekare. İdari bölümlerin toplam alanı 7 bin metrekare ile sınırlandırıldı. Kültür, turizm ve konaklama için 30 bin metrekarelik alan ayrılırken, 5 adet ticaret alanı içinse 132 bin metrekarelik alan öngörüldü. 145 bin metrekarelik 3 adet başka bir yapıysa turizm ve ticaret merkezi olarak hizmet verecek.

Kazılara izin çıktı
Kültür ve Tabiat Varlıkları, Koruma Kurulu, plan düzenlemesinin Üsküdar ve Kadıköy olarak iki parça halinde yapılmasına karar verdi. Projenin bir ucu Harem Otogarı'ndan başlarken, diğer ucu Kadıköy'de Moda sahiline kadar uzanıyor.
Kurulun en önemli değişikliklerinden biri de kazı çalışmalarıyla ilgili oldu. Genel hükümler maddesine "İlgili müze müdürlüğü kazı çalışması gerçekleştirecek" notu eklendi. Gerekli görülen alanda müze müdürlüğü denetiminde kazı yapılacak. Haydarpaşa alanında bazı atıl halde bulunan binalar var. Bunlardan askeri bina, muhacir misafirhanesi ve toprak Mahsulleri Ofisi'nin bir binası ile elektrik santralı gibi tarihi yapılar tescilli durumda. Koruma Kurulu bu binaların yıkılmasına izin vermiyor.

Yükseklik sınırı gar!
Koruma Kurulu'nca onaylanan planda, kat yükseklikleri 4 kat. Daha önce bu yükseklik, 5 kat ve maksimum 27 metre olarak belirlenmişti. Yapılacak yeni binalar Haydarpaşa Garı'ndan daha yüksek olamayacak. Kültürel tesis alanlarında ticari merkez alanlarının oranı ise yüzde 20 olarak sınırlanacak. Planda 'yolcu limanı' olarak gösterilen bu bölge, uluslararası turistik gezilerin yapıldığı kruvaziyer liman olduğunda halkın kullanımına tamamen kapatılacak.

'Koruma ilkelerine aykırı bir plan'
Birleşik Taşımacılık Sendikası, Koruma Kurulu'na Haydarpaşa Port ile ilgili olarak itiraz etti. İtiraz gerekçeleri şöyle:
İşlevi, doğal ve tarihsel değerleriyle bağdaşmayan, şehircilik ilkelerine, ulusal ve evrensel koruma hukukuna açıkça aykırı.

Korumacı yaklaşım yerine ticari yaklaşım dikkate alınarak turizm, konaklama ve ticaret vurgusunun öne çıkarıldığı, bazı parsellerde emsal yapılaşma oranının ucunun açık bırakıldığı görülüyor.

Ne TCDD'nin ne de planı hazırlayan İBB'nin bu bölge için mevcut ve kayıp eserlere ilişkin bir kaydı vardır. Yeniden yapım bir restorasyon yöntemi olarak yer alır. Ancak bu yöntem, savaş, deprem gibi ani bir felaket ile yıkılmış, toplumsal hafıza için vazgeçilmez, ulusal kimliğin bir parçası olan yapılar için söz konusu olabilir. Mostar Köprüsü gibi.

Haydarpaşa Limanı kruvaziyer limana çevrilmektedir. Bu kapsamda bir yapılaşma ve limana yanaşacak gemiler Selimiye Kışlası ve Marmara Üniversitesi siluetinin görünmesini engelleyeceklerdir.

Alanın yüzde 60'ının konaklamaya ayrılması, bu alanı oteller bölgesine çeviriyor.

Haydarpaşa gar binası temeline ağaç kazıklar çakılarak deniz üzerinde özel konumlandırılmış. Yapımında kullanılan inşaat teknolojisi açısından büyük değer taşımakta. Bu bina çevresinde düzenlenecek konserlerdeki yüksek desibel ve sesin oluşturacağı titreşimler binada tahribata neden olacak.

Yıldönümüne yetişti!
26 Kasım 2010'da Haydarpaşa Tren Garı tarihinin en ağır hasarlarından birini aldı. Garın çatısı restorasyon sırasında tamamen yandı.

Tam adı 'Haydarpaşa Gar, Liman ve Geri Sahası Koruma Amaçlı Nâzım İmar Planı' olan ölçekli plan da bu yangının yıldönümünden tam bir gün önce, 25 Kasım 2011'de İBB Meclisi tarafından onaylandı. Radikal'in detaylarına ulaştığı plan henüz askıya çıkmadı. Başkan Topbaş'ın imzasının ardından plan, 30 gün askıda kalacak. Ardından projeler hazırlanacak. Bu süre zarfında da plana itirazlar yapılabilecek. Birleşik Taşımacılık Çalışanları Sendikası ve Mimarlar Odası ise askıya çıkacak planla ilgili şimdiden dava hazırlığı içerisinde.


http://www.yapihaberleri.net/haber/Iste-Haydarpasa-nin-yeni-hali.html

Emek'e camdan kafes

Emek Sineması ile ilgili projeyi yürüten Kamer İnşaat yöneticisi Eyüboğlu, ''Emek yıkılmayacak, aynen yukarıya taşınacak. 11 salonlu bir yer olacak. Zaten kısa sürede bir şey yapılmazsa, yıkıntılar üzerinde muhabbet ediyor oluruz'' diye konuştu.


İSTANBUL - Emek Sineması’nın yıkımına ilişkin süreç yaklaşık iki yıldır devam ediyor. Bu süre boyunca, sinema özel bir mücadele alanı oldu. Projeyi yürütecek olan Kamer İnşaat yetkilileri ise susmayı tercih etti. Yalnızca bir kez, 14 Nisan 2010’da projenin mimarı Fatih Kesgün, İKSV’deki toplantıda projeyi kamuoyuyla paylaşmıştı. Kamer İnşaat o gün bu gündür sessizliğini koruyordu. Bu sessizlik geçen hafta bozuldu. Şirketin büyük hissedarı ve yöneticisi Levent Eyüboğlu, geçen hafta gazeteleri ziyaret ederek projelerini ve bundan sonraki süreci anlattı.Radikal gazetesinin haberine göre, şimdiye kadar konuşmamalarının nedenini mahkeme sürecinin devam etmesine bağlayan Eyüboğlu, gelen tepkiler üzerine de sessiz kalmayı tercih ettiklerini belirtiyor.
Galatasaray Lisesi’nde okuduğunu ve gençliğinin İstiklal Caddesi’nde geçtiğini ifade eden Eyüboğlu, “Emek Sineması yıkılıyor deseler, ben de o insanların arkasına takılır yürüyüş yaparım. Projeyle Emek’i koruduğumuzu, sürdürülebilir şekilde geleceğe taşıdığımızı düşünüyoruz” diyor.
Eyüboğlu’nun verdiği bilgilere göre, Serkildoryan binası yüzde 100 koruma altında. Yani bu binada herhangi bir değişiklik olması söz konusu değil. “Bizim hedefimiz bu binayı aynen korumak” diyen Eyüboğlu şöyle devam ediyor: “Mahkeme bir karar almış: ‘Serkildoryan binasının arkasında kaçak yapı var. Onu yıkın, bu binanın orijinal hali ortaya çıksın. Hem önden hem arkadan bu bina gözüksün’ diyor. Biz de binanın arkasındaki o avluyu açıyoruz. Üstüne bir şey eklenmiyor, arkasına bir şey takılmıyor.” Levent Eyüboğlu, bütün projenin en çok tartışılan kısmı Emek Sineması’na ilişkin ise iki yıl önceki projenin arkasında olduklarını ısrarla vurguluyor. Yani sinemanın ‘aynen’ yukarıya taşınması konusunda kararlılar.
‘KENDİ BAŞINA AYAKTA DURSUN’ “Emek tek başına yaşayamıyor. Orijinal haliyle orada korusak bile yaşaması imkânsız. Çünkü dağıtım şirketleri 1-2 salonlu sinemalara izin vermiyor. Biz diyoruz ki, 10 tane daha salon ekleyelim. Kendi başına ayakta kalabilecek noktaya gelsin. Biz bu salonu aynen koruyoruz. Ama yukarıya taşıyoruz. 11 salonlu bir yer oluyor. Önüne 700 metrekarelik bir fuaye yapıyoruz. Kodak Tiyatrosu gibi olsun istiyoruz. Festivaller, galalar yapılsın, sinemanın kalbinin attığı yer olsun. Böyle bir hayalimiz var.”
Eyüboğlu, Madame Tussauds Müzesi’yle protokol yaptıklarını ancak tepkiler nedeniyle vazgeçmesinden çekindiklerini de belirtiyor. Hatta, bir sinema müzesi projesi de yeni sinema kompleksinin içinde düşünülüyor.
İKSV Başkanı Bülent Eczacı-başı’nın “Bize 6 ay verin yeni proje yapalım” çıkışını da değerlendiren Eyüboğlu “Bunu buraya kadar getirmişiz, bütün izinleri almışız. Bugün çıkıp da ‘Biz proje üretelim’ demek olmaz. Zaten randevu istedik gidip anlatacağız. Eminim ki Bülent Bey bizi duyduktan sonra, ‘İKSV olarak biz bu projenin içinde nasıl yer alırız’ diye zaten bizimle masaya oturacaktır” diyecek kadar projeden emin. Emek Sineması için yapılan eylemlere atıfta bulunarak “Hayatında hiç bu sinemaya gitmemiş insanlara bile Emek Sineması’nı hatırlattık” diyen Eyüboğlu’nun bir de iddiası var: “Eğer kısa sürede bir şey yapılmasa, yıkıntılar üzerinde muhabbet ediyor oluruz.”
Firma önümüzdeki günlerde inşaat ruhsatı için Beyoğlu Belediyesi’ne başvuracak ve Emek Sineması için yeni bir süreç başlayacak.
KAMER İNŞAAT’I 5 YIL ÖNCE ALDIK Levent Eyüboğlu, çok merak edilen Kamer İnşaat ile ilgili bilgiler de verdi. Şirketin çoğunluk hisselerini 4-5 yıl kadar önce almışlar. Yani 1993’te Emekli Sandığı ile kira sözleşmesi imzalayan Kamer İnşaat’ın yöneticilerinden hiçbiri şu anda bu şirkette bulunmuyor. Eyüboğlu’da bunu doğrulayarak, “Şirketin yapısı yüzde 99.9 oranında değişti” diyor. Peki, Kamer İnşaat’ın hisselerinin alınmasında, bu kira sözleşmesine sahip olmasının bir payı var mı? Eyüboğlu’nun cevabı, “Evet”. Aynı zamanda AVM inşaatlarıyla tanınan Turkmall’ın yüzde 50 ortağı olan Eyüboğlu, amaçlarının kesinlikle AVM olmadığını belirtiyor. Ama proje tamamlandığında ofisler ve dükkânlar olacağını, bunların kiraya verileceğini, zaten şimdiki durumun da farklı olmadığını belirtiyor.
Eyüboğlu’nun verdiği dikkat çekici bilgilerden birisi de şu: İlk anlaşma 1993 yılında yapıldığı için 6 yıl sonra biteceğine ilişkin bir kanı var. Eyüboğlu, sözleşme gereği kendilerinin henüz binayı devralmadıklarını, ancak bütün kiracılar çıktıktan sonra devralacaklarını ve 25 yıllık sürecin başlayacağını aktarıyor.
PROJE ORTALARDA YOKÖmer Kanıpak/Mimar Projenin plan ve kesitlerini detaylı incelesek daha doğru bir yorum yapmak mümkün olabilirdi belki ama sanırım daha proje ortalarda yok. Bu gönderdiğiniz görseller az çok fikir veriyor. Şöyle ki, Yeşilçam Sokak’ta Emek Sineması’nın girişinin olduğu taraftaki binaların cepheleri korunarak arka tarafında tamamen yeni bir yapı yükseliyor. Bu yapının fonksiyonu belli değil ancak yükseklikten göründüğü kadarı ile mevcut kullanım alanlarının en az iki katına çıkartılması hedefleniyor. Metal ve cam kaplı yeni yapının zemin kotuna ise sokaktaki eski binaların bir, iki katlı cepheleri bir tiyatro dekoru gibi korunmuş oluyor ve bu cephelerdeki kapılardan arkada yeni binaya geçiyorsunuz. Sinema salonu yerinde korunarak çevresindeki yapıların farklı fonksiyonları barındıracak şekilde iyileştirilmesi kısa vadede metrekare artışından elde edilecek kârdan çok daha fazla bir değer yaratabilirdi.

SORUN YATIRIMCIDA DEĞİL, KAMU DA
Korhan Gümüş/ Mimar
Emek Sineması’nın yalnızca mimari projesini tartışmak bence yeterli değil. Bir kamu yapısı olan sinemanın dönüştürülmek amacıyla bir yatırımcı-müteahhit kuruluşa devredilmesi kültür yönetimi açısından tartışılması gereken bir sorun. Bu tür projelerin piyasa ve kâr odaklı olmayan kuruluşlarla geliştirilmesi gerekir. Proje hizmetleri uzman kuruluşlardan alınır. Sonra müteahhitler veya hizmet için işletmeciler sürece dahil olur. Emek’te tam tersi yapılıyor. Mimarlar, projeyi geliştirenler müteahhitlere hizmet veriyor. Elbette ki binada değişiklik yapılabilir, taşıyıcı sisteme de müdahale edilebilir. Ama buradaki niyet başka. Mevcut haliyle Emek Sineması yatırımcı-müteahhidin ihtiyacını karşılamıyor. Yeni katlarla ve hacimlerle kullanım alanını beş misli arttırıyor. Sorun yatırımcının sinemaya yaklaşımında değil, bu yaklaşımı aynen benimseyen kamunun bakışında.

800 yılda bir milimetre dahi kaymamış

UNESCO'nun Dünya Kültür Mirası Listesinde yer alan ve Avrupalı bilim adamları tarafından 'Anadolu'nun El-Hamrası' olarak görülen Divriği Ulu Camii'nin inşa edildiği tarihten bu yana yapısında bir milimetre bile kayma olmadığı belirlendi.

SİVAS - Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Kurumu'nun (UNESCO) ''Dünya Kültür Mirası Listesinde'' yer alan Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası'ndaki yapısal hareketin bilgisayar sisteminden izlenmesi ve yapısının değerlendirilmesi projesi kapsamında yapılan araştırmada, eserin yapıldığı tarihten bu yana yapısında bir milimetre dahi kayma olmadığı ortaya çıktı.

Divriği Kaymakamı Salih Ayhan, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası'ndaki yapısal hareketin bilgisayar sisteminden izlenmesi ve yapısının değerlendirilmesi projesi kapsamında yapılan inceleme raporunun sonucunun ellerine ulaştığını kaydetti.

2010 yılının ekim ayından bu yana devam eden izleme projesinin sonucu konusunda tedirginlik duyduklarını, ancak bu final raporuyla çok mutlu oldukları bir netice aldıklarını ifade eden Ayhan, şöyle konuştu:

''Belki kamuoyunun somut olarak gördüğü, izlediği bir proje değildi, bilimsel bir ortamda sensörlerle izlenen bir projeydi. Divriği Kaymakamlığı Köylere Hizmet Götürme Birliği ile Kültür ve Turizm Bakanlığı desteğiyle yapılan bu projenin detaylı bilgileri elimize geldi. Bu raporumuzda sevindiren husus ecdat yadigarı olan eserde, 800 yıllık eserde bir milimetre dahi kayma yoktur. Binde bir hassasiyetle yapılan, bu çok yüksek teknolojik ekipmanlarla yapılan çalışmada 78 sensör kullanıldı. Bu sensörler duvarlardaki eğim, nem ölçer, sıcak ölçer ve tüm duvar hasar ölçümleri yaptı. Bu ölçümler sonucunda eserde zerre kadar kayma olmadığı rapor edildi. Bu bizi hakikaten çok mutlu etti.''

Projenin en ilgincinin eserin etrafına kazılan kuyuların içerisine yerleştirilen sensörler olduğunu, bunların yer altında su seviyesini ölçtüğünü ifade eden Ayhan, şunları kaydetti:

''Bu cihazlarla su seviyesinin yoğunluğunun olup olmadığı, binanın temeline zarar verip vermediği incelendi ve raporumuzun neticesinde hiçbir olumsuz sonuca rastlamadık. Binadaki kayma, göçme, renk değişiminden kaynaklanan sorunların sadece halk dilinde olduğunu öğrenmiş olduk ve eser sapasağlam ayakta durmaktadır. Buradaki amaç 'Ulu Camii yıkılıyor, elden gidiyor' gibi söylemleri bertaraf etmek değildir. Bilinmesi gereken 800 yıl önce yapılan bu eserin bugüne kadar muhteşem duruşu, sağlamlığı bilimsel bir veriyle ispatlanmış oldu.''

Eser üzerindeki çatlaklar kaymadan dolayı değilEser üzerinde 25 adet çatlak-ölçer cihazı konulduğunu ve bu çatlakların çıkış nedeninin araştırıldığını bildiren Ayhan, ''Bu çatlaklar arasına yerleştirilen cihazlarla eserin kaymasından mı yoksa farklı bir sebepten mi olduğunu tespit etmesine yönelik yerleştirilmişti. Raporumuzda gördüğümüz kadarıyla kesinlikle kaymadan dolayı değil, lokal, sıcaklık ve soğuktan kaynaklanan mevsim faktöründen oluşan çatlaklar olduğunu gördük'' diye konuştu.

Yaşanan depremlerden eserin zarar görmediğini de vurgulayan Ayhan, sözlerini şöyle sürdürdü:

''En son iki adet deprem kaydedilmiş, bu depremlerden bir tanesi de Refahiye'de oluşan yerin 16 metre altındaki 4.3 civarındaki deprem, bu depremin Ulu Camii'ye etkisi ne olur, o da hesaplandı ve bu depremin Ulu Camii'ye hiçbir etkisi olmadı. Raporun sonunu da çok güzel bir noktayla bitirmişler arkadaşlarımız, bu raporu hazırlayan ODTÜ'deki hocalarımı, Kültür ve Turizm Bakanlığındaki üst düzey bürokratlarımız ve SANGARİ firmasının çok değerli yetkilileri, ben kendilerine teşekkür ediyorum, 'anıta sahip olmak önemli değil, önemli olan onu korumaktır' diye son noktayı koymuşlar, biz de bu işin hassasiyetinde tüm birimlerimizle Divriği Ulu Camii'ni en güzel şekilde koruyup gelecek nesillere aktaracağız.''

Binanın batıya doğru yatay olmasıBatı kapısının yatay olması nedeniyle ziyaretçilerin en fazla tedirginlik duyduğu konu olduğunu bildiren Ayhan, şunları söyledi:

''Binanın batıya doğru hafiften yatay olmasından dahi ziyaretçilerin tedirginliği vardı. Bu raporda gördük ki batıya doğru yatay olmasının, binanın kuruluşundaki paralellikten kaynaklandığıdır. Bazı bilim adamlarımızın burada bir kayma olduğu yönünde bilgileri vardı. Bu bilimsel bir bilgi, biz bunu sorgulayacak değiliz. Hocalarımızın, akademisyenlerimizin üstün hassasiyetleri, bu muhteşem esere, insanlık eserine olan hürmetlerinden, saygılarındandır. Bu rapor, kesinlikle onların fikirlerini, düşüncelerini, hassasiyetlerini, kaygılarını bertaraf etmek için değil, bundan sonra bu eser hakkında yapılacak çalışmalara temel argüman oluşması için yapılmıştır. Bu raporla 'artık Divriği Ulu Camii'ne hiçbir şey olmuyor, bundan sonra bir şey olmaz, herhangi bir şey yapılmayacak' diye bir algı da doğmasın, böyle bir durum söz konusu değil. En azından şüpheler ortadan kalktı.''

Proje kapsamında esere 2010 yılının ekim ayında çok sayıda sensör takıldığı, eserin duvarlarına yerleştirilen çatlak ölçerler, sıcaklık ölçerler ve eğim ölçerlerin yanı sıra, eserin etrafına 7 adet sondaj kuyusu kazılarak bu kuyulara da 3 adet toprağın kayıp kaymadığını gösteren inclinometre, 2 tane eserin çöküp çökmediği, çöküyorsa hangi hızla çöktüğünü gösteren extensometre, 2 adet ise yapının altında bulunan yer altı sularının yukarıya nasıl bir basınç yaptığını ve alttaki su basıncı muhteviyatını gösteren basınç ölçer cihazları yerleştirildiği belirtildi. Ayrıca darüşşifanın merkez tavanına 360 derece görebilecek şekilde kamera, eserin ön ve arka cephelerine bütün bölgeyi izleyebilecek iki kamera yerleştirildiği kaydedildi.

'Anadolu'nun El-Hamrası'Anadolu beyliklerinden Mengücekoğulları döneminde hükümdar Süleyman Şah'ın oğlu Ahmed Şah tarafından 1228 yılında yaptırılan Divriği Ulu Camii bin 280 metrekare alana, caminin bitişiğinde Behram Şah'ın kızı Melike Turan Melek'in de aynı yıl yaptırdığı darüşşifa ise 768 metre kare alana sahip.

İnanç ve tarih turizmi açısından önemli bir eser olarak gösterilen Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası, mimari üslubuyla dikkati çekiyor. Avrupalı bilim adamları tarafından ''Anadolu'nun El-Hamrası'' olarak görülen tarihi yapı, mimari yapısı ile başta sanat tarihçileri olmak üzere mimar ve mühendisleri büyülüyor. Süsleme ve örtü biçimlerinin dengeli ve uyumlu bir şekilde ayarlanmasıyla başlı başına kendine özgü bir yapı olan Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası'nda, ışık ve gölge oyunları güçlü şekilde hissediliyor.

Evliya Çelebi'nin, ''Üstad-ı mermer bu camiye öyle emek sarf edip, kapı ve duvarları öyle nakış bukalemun eylemiş ki, methinde diller kısır, kalem kırıktır'' ifadesini kullandığı, ''Görmeden Ölmeyin'' sloganıyla tanıtılan ve 1985 yılında UNESCO'nun ''Dünya Kültür Mirası Listesi''ne alınan eseri, her yıl çok sayıda turist ziyaret ediyor.

Ruh hastalarının musiki, su sesi ve Kur'an dinletisiyle tedavi edildiği darüşşifada, hasta ve tabip odaları bulunuyor. Darüşşifanın içerisinde Ahmet Şah, eşi Turan Melek ve ailesinin türbeleri de yer alıyor. İki kubbe ve 23 tonoz çatı ile örtülü olan tarihi eserdeki mihrabın biçim ve bezemelerinin Anadolu'da başka bir örneği bulunmuyor.

Mengücekoğulları'nın Divriği'ye kazandırdığı Divriği Ulu Camii ve Darüşşifası'nın batı kapısında (taç kapı) ikindi vakti görülen namaz kılan erkek silueti, cennet kapısında saat 07.00 sıralarında çıkan namaz kılan kadın silueti ve şah kapısında saat 09.00 sıralarında oluşan ve eseri yaptıran Ahmet Şah'ın başını temsil ettiğine inanılan erkek silueti, görenleri adeta büyülüyor.

6 Şubat 2012 Pazartesi

Tarihi yeniden yapacaklar

Sultan Vahdeddin'in Çengelköy'de bulunan 4 köşkü, İTÜ ve özel bir firmanın iki raporu doğrultusunda yıkılıp yerine aslına uygun olarak yeniden yapılacak.
Köşklerin yıkım kararı, depreme dayanıksız olan tarihi yapıların onarımının yenisinden daha pahalıya gelmesi nedeniyle alındı.
Ünlü şair Orhan Veli, 'İstanbul'u dinliyorum gözlerim kapalı' adlı şiirini köşklerin bulunduğu 60 dönümlük koru içinde yazmıştı.

İKİ RAPOR VE İKİ ONAYLA YIKILDI

Çengelköy'de bulunan ve 1955 ve 1984 yıllarında alınan iki ayrı kararla 'restore edilmesi' öngörülmesine rağmen, uzun yıllar ihmal edilerek kendi haline terk edilen 'Vahdeddin Köşkleri' "güçlendirme çalışmalarının ekonomik olmaması" gerekçesiyle iki rapor ve iki onayla yıkıldı. İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) ve özel bir müşavirlik firması tarafından hazırlanan raporu onaylayan İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) ile 6 No.'lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu tarihi köşklerin yıkılmasına olur verdi. Köşklerin en büyüğü olan ve padişahın şehzade iken ikamet olarak kullandığı Soğanbaşlı Sultan Vahdeddin Köşkü'nün yer aldığı Köçeoğlu, Ağalar ve Kadınefendi köşkleri 60 dönümlük koru içinde bulunuyordu.

İSTANBUL SİLÜETİNİ TAMAMLIYORLAR
Bir yangında harabeye dönen bu en büyük köşk, merhum Özal döneminde Cumhurbaşkanlığı Konukevi olmak üzere yeniden yapılmıştı. Kırım Harbi sırasında İtalyan askerlerinin hastanesi olarak kullanılan Köçeoğlu Köşkü ise, Cumhuriyet döneminde Ağalar Köşkü ile birlikte yıktırılıp yeniden yapılmıştı. Kâgir bodrum katı üzerine 2 katlı bu köşk yıkım öncesinde zaten harabe olarak bekliyordu. İstanbul silueti için oldukça önemli olan bu 4 köşkün yıkılması için, "köşklerin deprem güvenirliklerinin yetersiz olduğu, güçlendirme ya da yenilenmelerinin gerektiği, yenilenmenin daha uygun ve gerekli görüldüğüne" ilişkin İTÜ raporu ile özel bir müşavirlik firması tarafından hazırlanan iki rapor yetti.

30 YILLIK HASARLA BUGÜNLERE GELDİLER
6 No.'lu Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu'nun kararı ve İBB Boğaziçi İmar Müdürlüğü'nce düzenlenen yapı söküm belgesi ile birlikte yıkılan tarihi köşklerin yeniden yapılması, güçlendirilmesi ekonomik bulunmadığı gerekçesiyle daha uygun bulundu. 4 köşk için aslında onarım kararlarının ilki aslında 1955 yılında çıkmıştı. 1955 yılında alınan kurul kararı ile havuzu bulunan Köçeoğlu Köşkü hariç, diğer 3 köşkün yıkılmasında sakınca olmadığına karar verilmiş, Köçeoğlu Köşkü'nün ise "Korunması Gerekli Kültür Varlığı" olarak tesciline karar verilmişti. 1984 yılında alınan kurul kararında ise diğer üç köşk için de tescil kararı alınarak restorasyonunun yapılması kararlaştırılmıştı. Ancak 80'li yıllarda yapılması gereken onarım ve koruma çalışmalarının yıllarca ihmal edilmesi yapıların bugüne kadar büyük hasar almasına neden oldu. 1990'a gelindiğinde ise köşkler, Diyanet Vakfı tarafından satın alınmıştı. Köşkler, şimdi aslına uygun olarak yeniden yapılacak.

KALFANIN ÜZERİNE KAYDEDİLDİ
Padişah Vahdeddin Han'ın daha şehzadeyken yaşadığı köşk, Osmanlı hanedanının sürgüne gönderildiği 1924 sonrası kalfalarından birinin üzerine kaydedildi. Köşke hanedan mensupları ise 1952'den sonra geçebildi. Sonraki yıllarda parçalar hâlinde satışa çıkarılan arazi birçok defa el değiştirdi.

SEMRA HANIM BEĞENiNCE
Yeni Şafak'a konuşan dönemin Anıtlar Kurulu üyesi ve Türkiye'nin ünlü sanat tarihi uzmanı Prof. Dr. Semavi Eyice, köşklerin Diyanet Vakfı'nca kullanılmak üzere 1980'de restore edilmeye başlandığını; ancak restorasyonun dönemin Başbakanı Turgut Özal'ın eşi Semra Özal'ın isteği doğrultusunda yarım kaldığını söyledi. Eyice, vakfın yenileme çalışmasını yürütürken Semra Özal'ın köşkü görüp çok beğendiğini söyleyerek, "Vahdeddin Köşkleri, kamulaştırılarak Başbakanlık Konutu olarak yapılmak istendi. Özal vefat edince yenileme çalışmaları da durdu" dedi.
 

Mirgün Köşkü 150 yıl sonra yeniden hayat buldu

Dantel gibi işlenen ahşap merdivenleri, balkon korkulukları, gökyüzüne açılan cihannüması ile Tanzimat dönemi mimarisinin nadide örneklerinden biri olan 150 yıllık Mirgün Köşkü'nün restorasyonu tamamlandı.
İstanbul İl Özel İdaresinin katkılarıyla restore edilen köşk, sahibi İstanbul Üniversitesine önümüzdeki günlerde teslim edilecek.

Adını 1900'lü yıllarda yaşayan ressam Ahmet Mirgün'den alan Emirgan'daki ''Mirgün Köşkü''nün ilk sahibinin, Hıdiv İsmail Paşa'nın torunu Mehmet Tahir Paşa olduğu biliniyor.

Ressam Ahmet Mirgün, Boğaziçi'nin mimarisine şekil veren Hıdiv Ailesi tarafından yaptırılan köşkü, 1985 yılında İstanbul Üniversitesine bağışladı.
İstanbul Üniversitesi (İÜ) Rektörü Prof. Dr. Yunus Söylet, göreve geldikten sonra dantel gibi işlenen ahşap merdivenleri, balkon korkulukları, gökyüzüne açılan cihannüması ile Tanzimat dönemi mimarisinin nadide örneklerinden biri olan Mirgün Köşkü'nün restorasyonu için kolları sıvadı.
İstanbul İl Özel İdaresinden restorasyon konusunda destek alan Söylet, yıllar içinde harap hale gelen tarihi köşkü eski görkemli günlerine dönmesi için çalışmaları yakından takip etti.
Mirgün Köşkü'nün 2010 yılında başlayan restorasyon tamamlandı. İstanbul İl Özel İdaresinin katkılarıyla gerçekleştirilen restorasyonda köşkün doğal yapısı korunarak birçok çalışma gerçekleştirildi. Restorasyon sırasında zarar görmüş parçalar özüne uygun olarak onarılırken, çürümüş kısımlar yenileri ile değiştirildi.
İstanbul İl Özel İdaresi, kısa bir süre sonra Mirgün Köşkü'nü İstanbul Üniversitesine teslim edecek.

BOĞAZİÇİ'Nİ GÖREN KÖŞK, SOSYAL TESİS OLACAK
İÜ Rektörü Prof. Dr. Yunus Söylet, yaptığı açıklamada, göreve geldiğinde üniversitenin kültür varlıklarını ve envanterini çıkarırken, o güne kadar kimsenin gündeminde olmayan ve çok fazla konuşulmayan Mirgün Köşkü'ne de rastladıklarını belirterek, ''Üniversitenin Baltalimanı tesislerinin üst tarafındaki köşkü hemen gidip gördüm. İl Özel İdaresine çok teşekkür ediyorum, teklifimi hemen kabul ettiler'' dedi.

Söylet, 4 katlı ahşap köşkün 1500 metrekare arsa üzerinde, boğaz gören, Emirgan'ın tepesinde güzel bir köşk olduğunu belirterek, şöyle konuştu:
''Köşkü, sosyal tesis olarak kullanmayı düşünüyorum. Köşk, harap bir haldeydi, şimdi pırıl pırıl oldu. Her katı yaklaşık 120 metrekare. En üst katını prestijli konuklara misafirhane olarak düşündüm. En alt kat, teknik işlerin, mutfak ve diğer hizmetlerin kotarıldığı bir yer olacak. Bahçe yazın değerlendirilebilecek, yarı açık, yarı kapalı bir camlı bir kafe olabilir. Diğer iki kat da toplantılar ve workshoplar için son derece uygun olabilir.''
Köşkün yol tarifinin karışık olduğunu ve otopark sorunu bulunduğunu ifade eden Söylet, özellikle otopark konusundaki sıkıntının giderilmesi için çözüm üretilmesi gerektiğini söyledi.

KÖŞKÜN BELGESELİ DE ÇEKİLİYOR
Bu arada, tarihi Mirgün Köşkü'nün belgeseli de çekiliyor.

''Seracem'' adı verilecek belgesel, 4 bölüm ve 120 dakika olacak. Proje kapsamında köşkün mimari özellikleri, yapıldığı dönem itibariyle yaşamsal geçmişi ve bölgedeki etkileşimler belgesele aktarılacak. Ayrıca restorasyon süreci de safha safha çekilerek, üniversitelerdeki ilgili bölümlerde öğrencilere aktarılacak.

http://www.arkitera.com/haber/index/detay/150-yil-sonra-yeniden-hayat-buldu/6333