19 Mart 2012 Pazartesi

Soylular Beyoğlu'ndan Ne İstiyor?

Hasan Bülent Kahraman'ın Sabah Pazar'da (29 Ocak Pazar) yer alan "Muhafazakarlık kurtarıyor İstanbul'u" başlıklı yazısına Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi (MSGSÜ) Öğretim Üyesi Murat Cemal Yalçıntan'dan yanıt geldi. "Muhafazakârlık, 1950’den başlayarak İstanbul’un kapılarını ardına kadar Anadolu’dan göçe açan, bugün öncelikli mücadele alanları arasına aldığı gecekondulaşmayı, enformel ekonomiyi, minibüsü, Orhan Gencebay’ı popülist söylemi içerisine alarak İstanbul’u ucuz işgücüne sahip bir sanayi azmanı haline getiren, bugünse ekonomik karşılıklarının değersizleşmesi nedeniyle popülist söylemlerini başka mecralara kaydırıp bunları 'İstanbul’un kurtarılması gerekeni', 'istenmeyenleri' ilan eden 'pragmatik' bir izleğe sahip" diyen Yalçıntan'ın Radikal İki'de (12 Şubat Pazar) "Soylular Beyoğlu'ndan ne istiyor?" başlığıyla yer alan yazısı:

****

Hasan Bülent Kahraman, muhafazakârların İstanbul için devrim niteliğindeki bir kurtarma faaliyetine kalkıştığını iddia ediyor. Şöyle başlayalım: Muhafazakârlık, 1950’den başlayarak İstanbul’un kapılarını ardına kadar Anadolu’dan göçe açan, bugün öncelikli mücadele alanları arasına aldığı gecekondulaşmayı, enformel ekonomiyi, minibüsü, Orhan Gencebay’ı popülist söylemi içerisine alarak İstanbul’u ucuz işgücüne sahip bir sanayi azmanı haline getiren, bugünse ekonomik karşılıklarının değersizleşmesi nedeniyle popülist söylemlerini başka mecralara kaydırıp bunları “İstanbul’un kurtarılması gerekeni”, “istenmeyenleri” ilan eden “pragmatik” bir izleğe sahip.

Reel ekonomiyi doyuramadığınızda, inşaat faaliyetleri ile birlikte spekülatif toprak hamlelerine dayalı bir rant ekonomisinin kurtarıcı haline geldiği biliniyor. Neoliberal muhafazakârlar, bu can simidini 1980’lerde Özal ve Dalan ile keşfetti, 2000’lerle birlikte ekonomik büyümeyi neredeyse tamamen inşaat sektörüne ve rant ekonomisine dayar hale geldi, üstelik bunu sürdürülebilir kılmanın uğraşı içerisine girdi! Son on yılda memlekette imal edilen koltuk sayısı kadar konut, yollara çıkan araç sayısı kadar km yol inşa edilmişse kimse şaşırmasın! Eskinin gözdesi gecekondu bölgelerine öngörülen dönüşüm projeleri, merkezin yeni gözde alanlarının temizlenmesine yönelik yenileme operasyonları, üçüncü köprü ısrarı ve nice garip kent projesi bu tespitten bağımsız okunmaz. Bugün, muhafazakârların İstanbul’a dönük hamlelerini neoliberal ekonominin gereklerine ve iktidarı garanti altına almış bir tahakkümün yaratılmış olmasına bağlamak, bu konularda yapılmış yüzlerce çalışmaya hürmeten, daha bilimsel ve gerçekçi olacaktır.

Merkezsiz şehirler

Ciddi anlamda kafa karışıklığı yaşayan “aydın”, 25 kuruşa bira içenlerle 25 liraya içenleri yanyana istemez hale gelebiliyor. Bu muhafazakâr hükümetin ayrıştırıcı uygulamalarını olumlu bir “temizlik” olarak yorumluyor ve aslen soylu bir dünyaya olan özlemini haykırıyor! Bunu yaparken, Fransa’ya Paris’e atıflarda bulunuyor! Diyor ki: “Uydu kentler kuruluyor merkezin dışına. Belki 100 yıl sonra İstanbul, tarihsel merkezi içinde tutan, tıpkı Paris gibi merkezsiz bir şehir olacak.” Oysa Paris’i çevreleyen uydu kentler, II. Dünya Savaşı’nın yarattığı yıkımın ardından ve genelde Paris çevresinde yerleşen fabrikalara işgücü sunacak şekilde konumlandı ve küresel ekonominin gerekleri ile fabrikalar kapandıkça/taşındıkça buralarda yaşayan insanlar “merkezi olamamaktan” kaynaklı çeşitli yoksunluklarına bir de işsiz kalmaktan kaynaklı yoksulluklarını ekledi ve son dönemde sık sık da patladılar! En azından peşi sıra gittikleri liberal demokrasinin sürdürülebilirliği açısından karşı çıkılmalıdır uydu kentlere yani!

Şehircilik literatürü ise o övülen uydu kentlerin savaş sonrası döneme ait hızlı çözümler olduğunu, II. Dünya Savaşı’nın ardından ekonomik büyümeyle de ilişkilendirilerek Keynesyen ekonominin parçaları olarak kullanıldığını ve bugün kullanılmaması gerektiğini bilir! Üstelik bizde uydu kent gibi kurgulanan yerleşkelerin ilave sıkıntıları da var: Yerleşenlerin çalışabileceği alanların oluşturulması ve etkin bir toplu taşıma ağı kurulması unutuluyor! Dolayısıyla kimse dağ başına “seve seve” gitmez!

Sürekli yoksulun kent dışına sürülmesini destekleyen kahramanlar, zorlama modernleşme projeleri ile boğuşmak zorunda kalmış, kendisinin olan ile Batı modernleşmesinin gerektirdiklerini bir şekilde harmanlamış bir zamanın ve mekânın sosyolojisinden de bihaber olmalı. Ekonomik ilişkilerini sosyal ve kültürel olanla bunca harmanlayan, kurdukları mahallelerde yarattıkları topluluk ve dayanışma haliyle metropolün mağdurları olmaktan bir ölçüye kadar sıyrılan, sosyal mobiliteyi devletin refah dağıtıcı politikaları ile değil, gecekondusunun üzerine çıktığı katlarla yakalayan, dahası tüm bunları yaparken kapitalizmin işleyişini bırakın engellemeyi kolaylaştıran bir “çoğunluk” gözden çıkarılmışsa eğer, kapitalizmin posası haline geldiğindendir! Kapitalizmin artık, kalifiye işleyişlerin tüketmeyi de bilen soylu emekçileri dışında kimseye ihtiyaç duymayışındandır! Yani 25 kuruşluk biranın tüketicisi yeni kapitalizme layık olmadığı gibi, satıcısı da yeni kapitalizmin nimetlerinin farkına varamayandır! Yani, İstanbul’un kurtarılması gerekenleridir onlar!

Beyoğlu muhalefettir

Kimse, bu süreci meşru kılma aracı haline getirilen deprem meselesine de saplanmasın. Bunu yapanlar gitsin Ulrich Beck’in Risk Toplumu adlı kitabında uzun uzun tartıştığı devletin nasıl artık refahı değil de riskleri dağıtmanın bir aracı haline geldiğinin ve çevresel/doğal felaketlerden korunma açısından zengin ile yoksulun arasındaki artan eşitsizliklerin bizim coğrafya üzerindeki “rantsal” izlerini arasın!

Beyoğlu’nda olagelene gelelim: Tam da kapitalizmin geldiği aşamada değersiz kalan bütün kullanımların ve kullanıcıların dışlanmasına ve sürülmesine karşılık gelir; AKM’den Gezi Parkı’na, Emek Sineması’ndan “küreselleşen” cadde üstü alışveriş mekânları için geliştirilen mimari projelere ve yine bunların konforuna, güvenliğine, ulaşımına vs. yönelik Tarlabaşı’ndaki, Taksim’deki ve Beyoğlu genelindeki planlama müdahalelerine, masa operasyonlarına ve Cihangir’de ve Tophane’de “müdahale edilmeyen” soylulaşmaya dönük piyasa dinamiklerine kadar, bir bütün halinde bu motivasyon açıktır. Ancak dünya üzerinde birçok yer için genellenebilecek ve benzer örneklerle desteklenebilecek bu açıklama Beyoğlu için eksik kalacaktır. Çünkü Beyoğlu uzun zamandır “iktidarın karşısındaki muhalefettir”! Ve bu muhalefetin giderek güçleniyor olmasından “otoriter” bir iktidarın memnun kalması beklenemez. Muhalefet ve içinde barındırdığı “muhafazakâr kültürümüze yönelik bütün tehditler ve aykırı bütün unsurlar” tez elden dağıtılmalıdır! Tüm bu temizlik ve soyluluk projeleri, müdahaleleri, operasyonları ve en genelinde Beyoğlu Nazım İmar Planı hep birlikte okunduğunda, muhalefetin yeşerdiği -ve biranın 25 kuruşa içildiği- ara sokakların/mekânların dağıtılması operasyonu da en az rant projelerinin önünün açılıyor olması kadar açıktır.

İlk örnek değil

Parçacı projelerden tartışmaya pek imkân bulamadığımız Beyoğlu Nazım İmar Planı, günbegün gündemimize sokulan o yasa tanımaz projeleri birleştiren, İstiklal Caddesi’ni tamamen küresel kapitalizme terk eden, hem rantın oluşumuna hem de iktidara direnmeyi sürdürenlerin zaman içerisinde ele geçirdiği “ara sokaklara/mekânlara” araç kullanımını sokan, Galataport’u, Gezi Parkı vs. ile tahakkümünü artıracak projelerin yolunu açan, gündemdeki projesi ile Taksim’i bir daha 1 Mayıs kutlaması yapılamayacak “fiziki bir meydana” çeviren bir ideolojik dayatmadan ibarettir.

Soyluların kahramanına duyurulur: İktidarların mimarlığı ve planlamayı kullanarak mekân üzerinden tahakküm artırma girişimlerine ilk örnek Beyoğlu değildir!

http://www.yapi.com.tr/Haberler/soylular-beyoglundan-ne-istiyor_90779.html

Sulukule Ne Yana Düşer?

Fatih'teki surlar boyunca yürürken TOKİ ve Özkar inşaat tabelasıyla turuncunun hakim olduğu "Osmanlı Evleri" gözüküyor; yani eski adıyla Sulukule mahallesi. Sulukulu'ye nasıl giderim sorusuna verilen soğuk şaka güldürmüyor: "Hayrola, ev mi alacaksınız, bende iki tane var 400 bin TL'den satayım." Sulukule'de dört yıl önce başlayan ve 5 bin 500 kişiyi etkileyen "kentsel dönüşüm" artık bitmek üzere. İçinde sadece yaklaşık 50 Sulukulelinin yaşayacağı villalar mart ayının ortasında "kura" ile teslim edilecek. Ev fiyatlarının 600 bine ulaştığı söyleniyor.

"Üç bilirkişi de 'proje tarihi dukuyu korumuyor' dedi"

Sulukule Roman Derneği ve mahallelinin 2007'de Fatih Belediyesi ve Kültür Bakanlığı'na projenin iptali için açtığı davada üçüncü bilirkişi raporu da, projeyi hukuka uygun bulmadı. Birinci bilirkişi raporu projeyi, koruma amaçlı imar planına uygun bulmamıştı. İkinci bilirkişi raporu da inşaatları, 5366 sayılı kanunun tarihi dokuyu koruma amaçlarına ve kamu yararına uygun bulmamıştı. Belediye ve Bakanlık bu karara "düzeltme yaptık" deyip itiraz edince, üçüncü bilirkişi raporu hazırlandı. Sonuç yine aynı, düzeltmeler yapılmadığı için proje kanuna uygun değil.

Peki, ikinci bilirkişi raporu ne diyordu?

* UNESCO'nun belirlediği Sur Koruma Bandı Avan Proje'de yarıya inmiş.
* Özgün ada morfolojisi ve sokak dokusu korunmamış.
* Mevcut durumda kamuya ayrılmış alanlar projede yapılaşmaya açılmış, sokak kesitleri büyütülmüş.
* Yeşil alan ve parklara yer verilmemiş.
* Mevcut sokak dokusu ve tescilli yapılara uygun olmayan yapı tipolojisi oluşturulmuş.



"Mahkeme projeyi iptal etmeli"

Derneğin avukatı Hilal Küey, "Üç bilirkişi raporu da projeyi hukuka aykırı buldu. Aslında mahkeme daha ilk raporda yürütmeyi durdurma kararı verebilirdi ama vermedi; inşaatlar neredeyse bitti. Ancak mahkeme son aşamaya geldi; yürütmeyi durdurma ya da doğrudan projeyi iptal etme kararı çıkmalı" diyor. Projeyi iptal kararı çıkarsa, Belediye yeniden kanuna uygun proje hazırlamak zorunda kalacak.

Öte yandan, dernek ve birkaç mahalleli, süreç çok uzadığı ve daha fazla beklemek istemediği için 2010 Mayıs'ında Türkiye'ye karşı AİHM'e başvurmuştu. Dava, mülkiyet hakkı ve adil yargılama hakkını ihlal ettiği, özel yaşamın korunmadığı ve Romanlara ayrımcılık yapıldığı gerekçesiyle açıldı. Normalde AİHM istisnai durumlar dışından iç hukuk yolları tükenmeden davaları kabul etmiyor. İşte Sulukule davası da bu istisnaya girdiği için AİHM, dosyayı incelemeyi kabul etti. Küey, kararın çıkması uzun sürse de sonuçtan oldukça umutlu, bu karar Türkiye'deki diğer kentsel dönüşüm mağduriyetleri için de emsal teşkil edebilir.



"Müzisyenliği bitirdiler, kiralar yüksek"

Sulukule'den zorla yerinden edilenlerin bir kısmı Balat, Gaziosmanpaşa, Edirne'ye gitti. Taşoluk ve Kayabaşı'ndaki TOKİ evlerine giden 337 aile (altısı kaldı) bir yıl bitmeden eski mahallelerinin yanı başındaki Karagümrük'e geri döndü. Hatta, çamaşırlarını inşaatın demir perdesine astı. Sulukule Roman Derneği Başkanı Şükrü Pümdük, babasının babaannesinden kalan evini satmadı, mahkemesi sürüyor. Evine ne kadar fiyat biçildiğini bilmiyor Pümdük, "Ne kadar fiyat verirse versin, benim kültürümü yok etti, buna nasıl paha biçebilirler ki" diyor. Sulukule Roman Orkestrası'nda müzisyen Pümdük, ailesiyle Taşoluk'ta yaşamaya sadece bir ay dayanabildi. "Eğlence sektörünü bitirdiler, ben Taksim'de çalışmaya başladım, gecenin 3'ünde Taşoluk'a nasıl döneyim. 100 lira taksi tutuyor, zaten o kadar kazanıyorum. TOKİ'deki kiralar 300-450 lira ama merkezi ısıtma, apartman aidatı ve yol parasını da ekleyince masraf 1500 lirayı buluyor. O yüzden herkes döndü.

"Döndük ama Kumkapı'da klarnet yasak. Yüzde 90'ı müzisyen olan insanlar nerede çalışsın; çoğu şimdi seyyar esnaflık ya da kunduracılık yapıyor. Üstüne bodrum katındaki apartman dairelerinde daha çok kira ödüyor."



"Apartman arasında mahalle kültürü olur mu?"

Karagümrük'te "yaşam nasıl" sorusuna Pümdük, adının ve insanının değiştirildiği Sulukule'nin eski halinin fotoğrafını göstererek "Bu iki katlı benim evimdi, bu da arka mahalledeki yeni apartman dairem. Şimdi bölük pörçük apartmanlar arasında mahalle kültürü oluşur mu?" diyor. Sulukule'de her şeye rağmen direnen tek şey, inşaatın yanı başındaki Sulukule Çocuk Sanat Atölyesi; orada müzik hala devam ediyor.

Depremde Özelliğini Yitiren Yapıların Tescilleri, İlgili Koruma Bölge Kurullarınca Kaldırılabilecek

Kültür ve Turizm Bakanlığının Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu ilke kararları, Resmi Gazete'nin bugünkü sayısında yayımlandı. Buna göre; deprem nedeniyle özelliklerini yitirmiş olan tescilli yapıların tescilleri, ilgili Koruma Bölge Kurullarınca kaldırılabilecek.

Depremde hasar gören tescilli taşınmaz kültür varlıkları ile sit alanları ve etkileşim-geçiş sahalarındaki yapılarda yapılacak uygulamalara ilişkin Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu İlke Kararına göre, Türkiye'nin önemli bir kesiminin deprem bölgesinde yer alması nedeniyle, sit alanlarındaki yapılar ile sit alanları dışındaki tescilli taşınmaz kültür varlıklarının depremlerde hasar gördüğü, yıkılarak can ve mal kaybına sebebiyet verdiği belirlendi.

Bu nedenle deprem sonucu hafif hasar gören, tescilli taşınmaz kültür varlığı yapılar ile sit alanında veya etkileşim-geçiş sahasında yer alan yapıların tadilat ve tamirat başvurularına ilişkin konuların ilgili Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğü veya Koruma Uygulama ve Denetim Büroları (KUDEB) tarafından öncelikle incelenerek gerekli işlemlerin yapılmasına karar verildi.

Ağır hasarlı ve yıkılma tehlikesi arz eden yapılar

Esaslı onarıma ihtiyaç duyulan tescilli taşınmaz kültür varlıkları için de hazırlanacak rölöve, restitüsyon, restorasyon projeleri ve diğer belgelerin Koruma Bölge Kuruluna sunulması, Koruma Bölge Kurulunun onayladığı proje ve koşullarda uygulamanın gerçekleştirilmesine, deprem nedeniyle ağır hasarlı olduğu ve yıkılma tehlikesi arz ettiği (mail-i inhidam) ilgili idareler tarafından belirlenen bahsi geçen yapıların belediye veya valilik tarafından boşaltılması kararlaştırıldı.

Karara göre, gerekli fiziki ve güvenlik önlemlerinin ilgili valilik ve belediyece alınmasından sonra, yapıya ilişkin elde edilebilecek belgelerle birlikte (statik rapor, fotoğraflar vs.) konu, Koruma Bölge Kuruluna iletilecek ve kurulca öncelikle (gerekirse ek gündem oluşturulmak suretiyle) değerlendirilecek.

Yapının mevcut fiziksel durumuna bağlı olarak yapıya uygulanacak müdahalenin biçimi ve niteliği, Koruma Bölge Kurulunca belirlenecek. Deprem nedeniyle özellikleri yitirmiş olan tescilli yapıların tescilleri de ilgili Koruma Bölge Kurullarınca kaldırılabilecek.

Risk altındaki kültür varlıkları

Öte yandan, birinci ve ikinci derece arkeolojik sit alanları, ören yerleri ve münferit tescilli parseller dışındaki alanlarda bulunan, in-situ konumda olmayıp, yeri değiştirilmiş veya doğal ortamında bulunmayan 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu'nun ilgili maddesinde belirtilen yapıların taşınabilir durumdaki mimari parçalarının; sütun, sütun başlığı gibi mesafe taşları, eski sınırları belirten delikli taşlar, dikili taşlar, sunaklar, sandukalar, lahitler, ostotek, çeşme ve sebiller, steller, mezar taşları, eski anıt ve duvar kalıntıları; freskler, kabartmalar ve benzeri taşınmazlar ile bunlara ait parçaların, korunmak üzere müzelere alınması hususunun, zamanında gerekli tedbirlerin alınmaması halinde telafisi güç veya imkansız sonuç doğurabileceği göz önünde bulundurularak; risk altında bulunanların, fotoğraflarının çekilmesi, harita üzerinde yerlerinin işaretlenmesi ve raporlarının hazırlanmasından sonra ilgili müze müdürlüklerince Kültür Varlıkları ve Müzeler Genel Müdürlüğüne bağlı müzelere nakledilmelerine karar verildi.

Nakil işleminden sonra, ilgili Müze Müdürlüğünce, söz konusu mimari parçalara ilişkin gerekli araştırmaların yapılmasından sonra hazırlanacak tüm bilgi ve belgelerin ilgili Koruma Bölge Kuruluna iletilmesi uygun görüldü.

Bütünleme çalışmaları

Taşınmaz kültür varlıklarında yapılacak tamamlamalara ilişkin Kültür Varlıklarını Koruma Yüksek Kurulu İlke Kararı'na göre de, taşınmazın korunmasına yardımcı olabilecek tüm tekniklerden faydalanılarak bu tür yapıların tarihi bir belge olduğu da dikkate alınarak, korunması gerekli taşınmaz kültür varlıklarının tamamlayıcı ögelerinden olan heykel, resim, süsleme, çini, gibi yapı bileşenlerindeki eksilmelerin öncelikle orijinali (aslı) ile tamamlanması kararlaştırıldı.

Orijinaline (aslına) ulaşılamadığı takdirde taşınmazın mimari ve sanatsal öneminin doğru bir şekilde algılanabilmesi için malzeme analizleri yapılarak bütünle uyumlu bir şekilde tamamlanabileceğine ancak, tamamlamanın günümüzde yapıldığının anlaşılır olması için gerekli bilgi ve belgelerin oluşturularak arşivlenmesine karar verildi.

http://www.yapi.com.tr/Haberler/depremde-ozelligini-yitiren-yapilarin-tescilleri-ilgili-koruma-bolge-kurullarinca-kaldirilabilecek_90954.html

TAKSIM KISLASI- TURGUT SANER'IN (ITU) CALISMASIN​DAN...

Doç.Dr. Turgut SANER'in (İTÜ) çalışmasından seçilmiş foto ve bilgiler:

Taksim gezi parkının bulunduğu yerde Abdülmecid'in 1840'larda yaptırttığı Topçu kışlası bulunmaktaydı

Kışla o kadar büyüktü ki İnönü (Eski adı Mithatpaşa) stadı yapılmadan evvel milli maçlar avlusunda yapılıyordu.

Kışla Hint ve Rus mimarisinden esinlenmişti.

Kışla 1940 İmar hareketlerinde, önce Taksim meydanındaki (bugün metro girişi bulunan) ahırları yıkılarak,
ve sonra Gezi Parkı'ndaki esas anıtsal binaları yıkılarak yok edildi.


Oysa bina duruyor olsaydı Taksim Meydanı dünyanın en güzel meydanlarından biri olurdu.
Mesela saray ihtişamında bir Ritz Carlton Oteli olarak kullanılabilirdi. 
Ya da sadece dış duvarları bırakılıp ortası günümüzdeki gezi parkı olarak düzenlenir ve dünyanın herhalde en görkemli parkı olurdu.


Bu Karakol binası İstiklal caddesinin hemen girişinde yer alıyordu.

Bugünkü Marmara otelinin yerinde 1960'lara kadar Osmanlı Bankası Genel Müdürü'ne ait olan Viyana stili bir Konak bulunuyordu.
Konağın ön cephesi
.

Sıraselviler caddesinin Taksim'e bağlandığı köşedeki bu enfes yapının yerinde bugün 'modern' Taksim Square Hotel bulunuyor 

 Bugünkü Atatürk Kültür Merkezi'nin yerinde ise Elektrik İdaresine ait olan Konak bulunuyordu.
Solda Kışla Ahırlarının kapısı önünde çömelmiş üç kişi.


Kışla Lütfü Kırdar tarafından 1940 senesinde Taksim yeni imar planı çerçevesinde yıktırıldı. Kışla pek çok savaşlar görmüş bilhassa 31 Mart olaylarından sonra bazı kısımlarında derin darbeler almıştı, ciddiyetinin ve otoritesinin sarsılmamasını isteyen İnönü hükümeti hep yeni binalar yapmaktaydı o dönemler. O yüzden kırık dökük bi kışlayı onaracak para bulamadığından "Bari yıkılsın" dediler. Yani "Onaramıyorsan yık gitsin" mantığı....Halbuki o binayı saklasalardı 30 yıl sonra çok güzel restore edilirdi.

Taksim Kışlası'nın bombardıman sonrası, pardon imar hamlesi sonrası alınmış bir fotoğrafı
 

Taksim Kışlasının Nizamiye'si ( Giriş ve ayni zamanda kontrolün yapıldığı kapı).
Bahçe içinden ve bahçe dışından iki görüntü.
Yıl 1880-1893 arası.

Boğaziçi de Kentsel Dönüşüm Kapsamına Alındı

Hükümet, İstanbul Boğazı’nın “geri görünüm ve etkilenme alanı” olarak tanımlanan sahile 9 kilometreye kadar olan bölümlerini, kentsel dönüşüme açan düzenleme yaptı. Milliyet Gazetesi’nden Önder Yılmaz’ın haberine göre düzenleme ile söz konusu alanlardaki araziler kentsel dönüşüm kapsamında Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, TOKİ ve belediyelere devredilebilecek.

Kamuoyunda “kentsel dönüşüm” olarak bilinen Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun Tasarısı, TBMM Bayındırlık, İmar, Ulaştırma ve Turizm Komisyonu’nda, değiştirilerek kabul edildi. Tasarı askeri yasak bölgeler, güvenlik bölgeleri ile askerin atıl durumdaki gayrimenkullerinin belli şartlar altında TOKİ ve belediyelere devrine de olanak sağlıyor.

Boğaziçi son dakikada

Tasarıda son dakika önergesiyle Boğaziçi Kanunu’na atıf yapılarak, Boğaziçi de kentsel dönüşüm kapsamına alındı. Önergede, “9. maddenin 2. fıkrasında (ı) bendinden sonra gelmek üzere (i) bendi olarak; ‘Geri görünüm ve etkilenme bölgeleri bakımında 18.11.1983 tarihli ve 2960 sayılı Boğaziçi Kanunu’nun’  ibaresinin eklenmesi” ifadesi yer aldı. Değişikliğin gerekçesi ise “boğaziçi kanunu kapsamında kalan geri görünüm ve etkilenme bölgelerinde kalan alanlarda da kanunun uygulanabilmesi amacıyla bu değişiklik yapılmıştır” şeklinde açıklandı.

Komisyonun CHP’li Üyesi İstanbul Milletvekili Haluk Eyidoğan, Milliyet’e, “Deniz manzaralı gökdelenleri dikip geri bölgelerde rant yaratacaklar. Yüksek fiyatlarla lüks inşaat peşindeler. İstanbul’un her yeri bitti kusur sadece Boğaziçi’nde mi kaldı da bu değişikliği yaptılar? İstanbul’un silüetini bozacak girişimler kentsel dönüşüm olmaz” dedi.

‘Rant yasası değil’

Milletvekillerinin eleştirilerini yanıtlayan Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar, “tasarının aceleyle çıkarılmaya çalışıldığı” yönündeki eleştiriler üzerine, “Biz bu yasayı çıkarmalıyız. Buna ’rant yasası’ diyemeyiz. Mecburi bir yasadır, bunu çıkarmalıyız. Vatandaşın canını korumalıyız” dedi.


http://www.yapi.com.tr/Haberler/bogazici-de-kentsel-donusum-kapsamina-alindi_90912.html